Türkiye’nin önünde gerçekten büyük fırsatlar vardır ve 21. yüzyıl, doğru politikalarla gerçekten de “Türkiye yüzyılı” haline getirilebilir. Bunun için izlenmesi gereken politikalar şunlardır:
1. Türkiye, her şeyden önce Dünyadaki yerinin neresi olduğuna net olarak karar vermelidir. Batı uygarlığı çöküyor. Yaklaşık olarak 500 yıl süren Atlantik çağı kapanıyor. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya’ya kaydı. Çin, şu anda Dünyanın en büyük ekonomisi; Hindistan ise son yıllarda dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi ve yakın bir gelecekte üçüncü büyük ekonomi olacak. Gelişmekte olan dünya, toplam olarak dünya ekonomisinin yüzde 62’sini oluşturuyor. Aynı dünyanın 100 yıl önce, yani genç Türkiye Cumhuriyetinin yola çıktığı tarihlerdeki payı yüzde 10 bile değildi. Çin, yeni patent başvurusunda 2019 yılında ABD’yi geride bıraktı. Geleceğin temel üretim aracı olacak olan yapay zekâda da ABD’nin önünde bulunuyor. Uzay yarışında da Çin, ABD’yi yakalamış, hatta geçmiş durumda. Ayın karanlık yüzüne ilk başarılı inişi Çin gerçekleştirdi. 2028 yılına kadar Ay’da kalıcı bir üs inşa edeceğini açıkladı vb.
İşte bütün bu gerçekler orta yerde duruyorken hala AB kapısında sürünerek, New York ve Londra tefecilerinden taze para dilenerek veya Türkiye’nin vücudunun pazarlanması ile bulunan petro-dolarlarla önümüzdeki yüzyılı Türkiye lehine değerlendirebilmek mümkün değildir. Türkiye’nin yeri; kendisiyle aynı kaderi paylaşan, nesnel olarak çıkarları ortak olan ve yükselen Asya’dır.
2. İkinci olarak görülmesi gereken gerçek, ABD’nin, merkezinde olduğu tek kutuplu dünya hayalinin bitmiş olduğu ve dünyamızın çok kutupluluğa doğru ilerlediğidir. Başka deyişle artık “Bölgesel Birlikler Çağı”ndayız. Çok kutupluluk ya da Bölgesel Birlikler, aynı zamanda daha eşit ve adil bir dünyanın maddi alt yapısını da oluşturuyor. Dünyanın değişik bölgelerinde birbirlerine komşu olan devletler arasında ekonomik, askeri, toplumsal ve siyasi yönden geliştirilen ilişkiler, bölgesel birlikler şeklinde somutlanıyor. ŞİÖ, Avrasya Birliği, Afrika Birliği Örgütü, ALBA, CELAC, MERCOSUR, ASEAN, Arap Birliği Örgütü, AB; bugün faaliyet gösteren bölgesel birliklerden bazılarıdır. Son zamanlarda daha somut adımlar atmaya başlayan Türk Devletler Birliği’ni de bu bölgesel birlikler arasında sayabiliriz.
Türkiye’nin içinde olması gereken asıl Bölgesel Birlik, Batı Asya Birliği’dir. Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Lübnan ve KKTC’nin ilk elde içinde olacağı birlik, bütün bu ülkelerin yararınadır. Batı Asya Birliği gerçekleştiğinde daha başlangıçta 300 milyon nüfus ve üç trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklük ile dünyanın en önemli güç merkezlerinden biri olacaktır. Dünya enerji rezervlerinin yüzde 40’na, Bor ve toryum gibi stratejik maden rezervlerinin çoğunluğuna, bütün Avrupa’yı besleyebilecek tarımsal potansiyele, içinde bulunduğu iklim kuşağı dolaysıyla geleceğin enerji kaynağı olan Güneşi en verimli şekilde kullanabilme olanağına, deniz ve tatil turizmi açısından sahip olduğu büyük avantajların yanısıra, insanlığın yerleşik hayata, üretime ve uygarlığa ilk olarak geçtiği coğrafya olması itibariyle tarih turizmi açısından eşsiz bir potansiyele sahip olmasından dolayı Batı Asya Birliği, bütün bu avantajlarıyla dünyanın en büyük ekonomik ve siyasi güçlerinden biri olacaktır. Elbette bu birliğin, bugüne kadar bölge halklarına büyük acılar çektiren emperyalist müdahalelerin önünü de kesin olarak alacağı tartışma götürmez. Türkiye’nin; yetişmiş insan gücü, sanayi alt yapısı, tarımsal potansiyeli, tarih ve tatil turizmi olanaklarıyla böyle birlik içinde özel bir konuma sahip olacağı kuşkusuzdur.
Batı Asya Birliği ile birlikte Türkiye; 21. Yüzyılı, hem kendisi için, hem de diğer komşu kardeş milletlerle birlikte en iyi şekilde değerlendirmiş olacaktır.
3. Türkiye’nin, 21. yüzyılı kendi yüzyılı yapabilmesinin üçüncü şartı geçmişe değil geleceğe bakabilmesine bağlıdır. Elbette tarihimizden güç alacağız ama amaç, geçmişe dönmek değil geleceğe yürümektir. Bugün AKP iktidarının geçmişi ihya etmek için ayırdığı kaynaklara bakıldığı zaman bu anlayışla 21. yüzyılı değerlendirmenin mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Diyanet İşleri Başkanlığı’na 36 milyar, TUBİTAK’a 18 milyar lira ayıran bir ülke, geleceğe değil geçmişe bakıyor demektir. Bir ülkede eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın bütçesinden büyükse, o bütçeyi yapan iktidarın, ülkenin geleceğe dair iddialı sözler etmesinin hiçbir değeri yoktur.
Sadakalarla geçinen bir toplum değil, çalışarak ve üreterek hayatını kazanan bireylerden oluşan bir toplum geleceğe güvenle bakabilir.
Türkiye’nin araştırma geliştirme çalışmaları için ayırdığı kaynak, milli gelirinin yüzde birinden daha azdır. Oysa bilimsel çalışmalarda iddialı olan ülkelerde bu oran, milli gelirlerinin yüzde üçü ile dördü arasındadır. Türkiye, geçmişin ihyasına ayırdığı devasa kaynakları AR-GE çalışmalarına ayırdığı zaman yüzyılı kazanmaktan söz edebilir.
4. Son olarak izlenecek ekonomi politikasından bahsetmek gerekir. Türkiye 12 Eylül Amerikancı darbesinden bu yana emperyalist merkezler tarafından önüne konulan Neo liberal ekonomi politikalarını uyguladı. İktidarı ve muhalefeti ile sistemin iktidar seçenekleri, bu Neoliberal politikaları uygulamaya devam edeceklerini söylüyorlar. 40 yılın sonunda geldiğimiz yer; ağır bir ekonomik kriz ve çıkmazdır.
Dünyada bugün en hızlı gelişen ekonomiler, neo-liberal politikaları uygulayan ülkeler değil, tam tersine bu politikaları ret eden ve ülkeden ülkeye değişmekle birlikte kamucu politikalar uygulayan ülkelerdir.
Çin’i ve Hindistan’ı çıkarırsak dünya ekonomisi bırakın gelişmeyi, gerileme içindedir. Çin ve Hindistan ise kamucu politikaları değişen ölçülerde de olsa uygulayan ülkelerdir.
Türkiye 21. Yüzyılı; ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Cumhuriyet Devrimi yıllarında uygulanan halkçı-devletçi planlı karma ekonomik modeli, elbette 2020’lerin koşullarına uygulamaya başladığı zaman kazanma şansına sahip olabilir. Özetle;
Ekonominin stratejik sektörleri – enerji, haberleşme, petrokimya, demir çelik, milli savunma vb – kamunun elinde olacak, kontrollü kambiyo sistemine geçilecek ve iç piyasada Türk lirasının egemenliği sağlanacak, Batı Asya’daki komşularımızdan başlayarak dış ticarette karşılıklı olarak milli paraların kullanımına geçilecek, lüks malların ithalatı ve tüketimi önlenecek, kamu kaynaklarının yağmalanmasına son verilecek ve yağmalanan kaynaklar yeniden kamuya kazandırılacak, Cumhurbaşkanının 13 uçağından, saray harcamalarından ve yönetim kademelerindeki kişilerin birden fazla yerden maaş almalarından başlayarak her alanda tasarruf tedbirleri uygulanacak, tasarruf edilen kaynaklarla milli sanayi ve tarım desteklenecek, Türkiye’de üretilen malların ithalatı yüksek gümrük vergilerine bağlanacak, eğitim ve sağlık parasız olacak, Avrupa Gümrük Birliği’nden çıkılarak komşularımızla Batı Asya Birliği oluşturulacak vb.
21. yüzyılı değerlendirebilmek için uygulamamız gereken politikalar bunlardır. Ve en önemlisi bu politikaları uygulayacak kadro birikimi Türkiye’de fazlasıyla vardır. Türkiye’nin her alanda yetişmiş olan insan potansiyelini görmeden dışarıda akıl hocaları arayanlar gerçekte Türkiye’ye yabancılaşmışlardır. Dünya’ya Türkiye’nin penceresinden değil, Atlantik İttifakı’nın penceresinden bakmaktadırlar.
Türkiye bu programı uygulayarak 1930’larda deyim yerindeyse mucizeler yarattı. Kemalist Devrimciler, 1920’lerde sıfırdan devraldıkları ülke ekonomisini, 1930’ların sonuna gelindiğinde bütün temel sanayisini kurmuş, kendi kendine yeten, Osmanlı’dan kalan borç sorununu esas olarak halletmiş, daha öncesinde hayal bile edilemeyen denk bütçeyi gerçekleştirmişlerdi. Şimdi koşullar farklıdır ve o dönemle karşılaştırılamayacak kadar elverişlidir.
5. Türkiye, olanakları çok büyük ve zengin olan bir ülkedir. Bu büyük ve zengin olanaklara, şimdi dünyada olumlu yönde olan gelişmeleri de eklemek gerekir. Atlantik Çağı’nın geride kalıyor oluşu bütün gelişmekte olan dünya ve aynı zamanda Türkiye için de büyük fırsatlar sunmaktadır. Ayrıca insanlığın neoliberal piyasa sistemi ile gidebileceği bir yer kalmadı. Küresel ısınma, çölleşme, nehirlerin, göllerin ve denizlerin ölüyor olması, belki de hepsinden önemlisi insan malzemesinin çürümesi; bireysel çıkarı ve kâr elde etmeyi herşeyin üzerinde tutan kapitalist sistemin sonucudur.
Bütün bu olumsuzluklarla, ancak insanı en başa koyan, toplumun çıkarını bireyin çıkarından önde gören kamucu politikalarla mücadele edilebilir. Bu anlamda kamuculuğa yönelmek, bütün insanlık açısından da Türkiye açısından da bir mecburiyettir.
21. yüzyıl; ancak böyle bir bakış açısıyla Türkiye’nin, Batı Asya’nın ve aynı zamanda bütün insanlığın yüzyılı olacaktır.
2022 yılının son yazısını yazmış olduk. Bütün okuyucularımızın yeni yılını, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, yeni bir başlangıcı hep birlikte gerçekleştireceğimize olan büyük inancımı belirterek kutluyorum.