İran’da Mehsa Amini’nin, başörtüsünü istenilen şekilde takmadığı gerekçesiyle gözaltına alınması ve gözaltındayken fenalaşarak hayatını kaybetmesi, büyük protestolara yol açtı. Bugüne kadar hayatını kaybedenlerin sayısı yüzlerle ifade ediliyor.
En başta şunu söylemek gerekiyor: 21. yüzyılda hala kanun zoruyla Ortaçağ’ın giyim kuşamında ısrar etmek ve dini gerekçelerle bunu sürdürmek, hayatın gerçekleri karşısında beyhude bir çabadır. İranlı kadınların, sınırdan dışarı çıkar çıkmaz ilk yaptıkları işin başlarındaki örtüyü atmak olması yeterince uyarıcıdır. Ayrıca İran’ın içinde de kadınların önemli bir kısmı açısından başörtüsü, artık sadece kafalarının arkasına iliştirilen bir giysi parçasıdır ve resmi görevliler karşısında görünüşü kurtarmaktan başka bir işlevi yoktur.
Bütün bu gerçeklere rağmen başörtüsü zorunluluğunda ısrar etmek, sadece, İran düşmanlarına kullanacakları bir malzeme vermekten başka bir anlama gelmiyor. ABD’nin İran’da gösteriler başlar başlamaz sevinçle ellerini ovuşturmaya başlaması, Biden’ın, “İran’ın özgürleşmesi için verilen mücadeleyi destekliyoruz” demesi yeterince uyarıcı olmalıdır.
Gösterilerin başlamasının üzerinden üç ay geçtikten sonra İranlı yetkililerin ahlak polisi olarak nitelenen “İrşad devriyeleri”nin görevlerinin sona erdiğini açıklaması ve başörtüsü zorunluluğu konusunda yeni bir düzenlemenin yapılacağı haberleri, bir anlamda İran’ın 21. yüzyılın gerçeklerini kabul etmek zorunda kalması ve halkın taleplerini dikkate alması yönünde atılacak adımların habercisi olarak değerlendirilebilir.
İRAN’A NEDEN SALDIRIYORLAR?
İran’da başlayan protestolar ve bu protestoların yer yer şiddet eylemlerine dönüşmesinin, (ki bu şiddet eylemlerinin arkasında emperyalist-siyonist istihbarat servislerinin ve onların kontrol ettiği terör örgütlerinin olduğunu tahmin etmek için istihbarat uzmanı olmak gerekmiyor) ABD’yi çok memnun ettiği bir gerçek. ABD ve onunla birlikte hareket eden İran düşmanları şimdi bu durumu kendi lehlerine nasıl değerlendirebileceklerinin uğraşı içindedirler. Bu da son derece normaldir, çünkü;
– İran, kararlı olarak ABD’nin ve İsrail’in karşısındadır. Dünya’daki saflaşmada yerini net olarak belirlemiştir.
– Suriye’de en başından beri kararlı olarak Şam yönetiminin yanında yer aldı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savundu. Çünkü biliyordu ki eğer Şam düşerse sıra kendisine gelecekti.
– İran, Aynı gerekçeyle ABD’nin, Suudiler aracılığıyla Yemen ve Körfez ülkelerindeki muhalefeti bastırmak istemesinin de karşısında durdu.
– 1990’lı yılların başında PKK’ya bazı olanaklar sağlama politikasını ise 28 Şubat sürecinde Türkiye ile yaptığı görüşmeler sonucunda terk etti. Ve o zamandan bu yana bölücü terör örgütüne karşı kararlı bir mücadele yürüttü.
– İran, 1979 yılında Humeyni’nin iktidara gelmesinden sonra izlediği İslam Devrimini ihraç etme politikasını ise 1990’lı yıllarla birlikte terk etti. Dünya’nın ve 21. yüzyılın gerçekleri, böyle bir politikanın hayatta karşılığının olmadığını göstermişti. Özellikle, “Büyük Ortadoğu Projesi”nin uygulamaya konulduğu 2000’li yıllarda İran, kendisini de hedef alan tehdidin büyüklüğünü gördü ve buna uygun olarak bölge ülkeleri ve halkları ile emperyalizme karşı dayanışma politikasına yöneldi.
– Ukrayna sorununda İran, NATO’nun genişleme tehdidine karşı Rusya’nın kendini savunma politikasını kararlı olarak destekledi.
– Ermenistan’ın 1993 yılında işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesinden yana oldu ve Azerbaycan devletinin işgal altındaki topraklarını kurtarmak için verdiği mücadeleyi desteklediğini açıkladı.
– İran, son olarak Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üye oldu. Yani dünya çapındaki saflaşmada yerini net olarak belirledi. Suudilerin, yavaş yavaş ABD’den bağımsız hareket etmelerinin nedenleri arasında, İran ile başlattığı diyaloğun da payı vardır. Veya tersi de söylenebilir: Suudilerin, ABD ile arasına mesafe koymaya başlaması İran ile de diyaloğu getirdi.
İran’ın bağımsızlıkçı, bölge ülkeleriyle emperyalizme karşı birlik ve dayanışma politikasının başka örnekleri de sayılabilir.
TÜRKİYE – İRAN İLİŞKİLERİ
Durum özetle budur. Hal böyleyken Türkiye’de bazı çevrelerin, Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin kötüye gideceği ve hatta önümüzdeki ayların, bir Türkiye İran çatışmasına sahne olacağı yönünde görüşler dillendirmeleri, ABD kaynaklı İran düşmanı propaganda faaliyetinin bir yansımasıdır.
Türkiye, son olarak ABD vatandaşı Çiller’in başbakanlığı döneminde 1995 yılında İran ile savaşın eşiğine gelmişti. Zamanın Cumhurbaşkanı sayın Süleyman Demirel’in sağduyulu tavrı ve müdahalesi ve Türk Ordusu’nun tehlikenin farkına varmasıyla olası bir provokasyon önlenmişti.
Şimdi aradan 27 yıl geçtikten ve Türkiye ile İran arasında bu süre içinde en ufak bir olumsuzluk yaşanmamışken Mehsa Amini protestoları ile birlikte Türkiye-İran savaşı gündeme getiriliyor birileri tarafından…
Sadece bu durum bile, üzerinde durulmasını ve gerekli derslerin çıkarılmasını gerektirir.
Türkiye’nin ve bütün bölge ülkelerinin bugün yüz yüze olduğu sorunların çözümü; Atatürk’ün Bölge Merkezli Dış Politikası’nı güncelleyerek uygulamadadır.
İlk elde Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve KKTC arasında gerçekleştirilecek Batı Asya Birliği, bugün savunulacak biricik doğru politikadır.
Türkiye İran dostluğu, Batı Asya Birliği’nin gerçekleşmesinde anahtar önemde olacaktır.