Erdoğan’ın “Suriyeli kardeşlerimizi göndermeyi düşünmüyoruz” demesinin üzerinden iki ay bile geçmedi.
Kamuoyundan yükselen tepkiler üzerine 3 Mayıs günü, İdlip’de AFAD koordinasyonuyla yapılan evlerin açılış töreninde, video konferans yöntemiyle yaptığı konuşmada, “Bir milyon Suriyeli mülteciyi göndermenin planını yapıyoruz” dedi.
Suriye Hükümeti ile hiçbir görüşme olmadığına göre düşünülen, Türkiye’nin kontrolünde olan Suriye’ye ait İdlip, Afrin, Azez, Tel Abyad ve Ras-el Ayn bölgelerinde yeni yerleşim yerleri inşa edip vatandaşlık vermedikleri veya vermeyi düşünmedikleri mültecileri buralara göndermektir.
Neresinden bakılırsa bakılsın iler tutar yanı olmayan bir görüştür bu!
NEDEN YANLIŞ?
Birinci olarak, yerleşim yerleri kurduğunuz veya kurmayı düşündüğünüz topraklar size ait değil, Suriye’nin toprağıdır. Size ait olmayan toprak üzerinde yerleşim yeri kurmaya kalkmak uluslararası hukuka aykırıdır.
Suriye devletinin böyle bir uygulamayı kabul etmesi söz konusu olamaz.
İkinci olarak, Türkiye’nin bugüne kadar yerleşim yeri kurduğu ve kurmayı düşündüğü topraklar sahipsiz “boş topraklar” değildir. Siz, bütün bu bölgelere sahipsiz toprak muamelesi yapamazsınız! Yani Suriye topraklarında Türkiye’nin yerleşim yerleri oluşturmak politikası, sadece devletler hukukunun ihlali değil, aynı zamanda Suriye vatandaşlarının özel mülkiyet haklarının da gasp edilmesidir.
Üçüncü olarak, niye sadece bir milyon mülteci? Türkiye’de resmi – gayrı resmi altı milyon kadar Suriyeli mülteci ayrıca o kadar olmasa da gene milyonlarla ifade edilen diğer mülteciler var. Bir milyon Suriyelinin gönderilmesiyle sorunun çözülmeyeceği açıktır.
Dördüncü olarak, Türkiye’nin, özellikle Fırat’ın batısında kontrolü altında olan topraklarda kalmaya devam etmesinin haklı bir gerekçesi de kalmamış durumdadır. İdlip, Afrin ve Azez’de, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerin öte tarafında Suriye devleti vardır. Ve Suriye devletinin kontrolü altındaki bölgelerden Türkiye’ye yönelen en ufak bir terör tehdidi bulunmamaktadır.
Türkiye’nin bugün yapması gereken öncelikle Fırat’ın batısında, kontrolü altında olan toprakları derhal Şam yönetimine devretmesidir.
Öte yandan Türkiye’nin buralardaki varlığı, Suriye’ye yönelik İhvanı Müslim’in ve Heyet Tahrir Şam gibi terör örgütlerinin faaliyete devam etmesinin nedenidir. Şimdi buralarda yeni yerleşimler inşa etmek gibi bir proje, Suriye devletini hedef alan terör sorununu daha da derinleştirmekten başka anlama gelmeyecektir.
Beşinci olarak, Mülteci sorunu ekonomik kriz içindeki Türkiye’nin sırtında ağır bir yük durumundadır. İktidarın, kontrolünde bulunan Suriye topraklarında yeni yerleşimler kurarak bir milyon mülteciyi buralara yerleştirme düşüncesi, Türkiye’nin sırtındaki ekonomik yükü azaltmayacak tam tersine artıracaktır. Çünkü bu durumda oradaki mültecilerin geçimlerine ilişkin bütün ihtiyaçlarının Türkiye tarafından karşılanması söz konusu olacaktır. Çünkü buralara yerleştirilecek mültecilerin istihdam edilmeleri söz konusu değildir.
Altıncı olarak, Şam ile anlaşmak yerine Şam’a rağmen mülteci sorunu konusunda atılacak adımlar, ABD koruması altındaki PYD’ye (PKK) Fırat’ın doğusunda devlet olma olanağını altın tepsi içinde sunmak olacaktır. Türkiye için asıl güvenlik tehdidi budur.
Yedinci olarak, Beşar Esad yönetiminin son olarak ilan ettiği genel aftan yararlanarak, görüşmeler yoluyla mültecilerin kendi yerlerine dönme olanağı varken bunu değerlendirmemek ve inatla Şam ile iyi ilişkiler dışında bir çözüm yolunda ısrar etmek İktidarın İhvansever politikasını sürdürmede kararlı olduğunu gösterir.
Sekizinci olarak, Rusya – Ukrayna savaşı, Rusya başta olmak üzere bölge ülkelerinin Atlantik sistemi ile olan çelişmelerinin derinleştiğini ve Suriye ile olan sorunlarını çözmeyen bir iktidarın bu koşullarda Türkiye’yi çok ciddi milli güvenlik sorunu ile başbaşa bıraktığını gösterir.
Dokuzuncu olarak, daha düne kadar Şam ile kanlı bıçaklı olan bütün Arap ülkelerinin değişen durumu gözönüne alarak Şam ile ilişkilerini düzeltmeye başladığı koşullarda Ankara’nın Şam ile diyalog kurmamada inat etmesi, hiçbir şekilde Türkiye’nin çıkarları ile açıklanamaz.
Onuncu olarak, Şam ile ilişkilerini düzeltecek bir Türkiye’nin ekonomik olarak elde edeceği avantajlar düşünüldüğünde, Şam ile görüşmeme inadının, aynı zamanda ekonomik krizin çözümünde, belki de en etkili olacak tedbire başvurulmaması anlamına geleceği açıktır.
SONUÇ
Dolaysıyla toplam olarak bakıldığında AKP’nin aslında mülteci sorununu çözmek diye bir meselesinin olmadığı görülmektedir.
AKP’nin bütün derdi, gelecek yıl yapılacak olan ve “kader seçimi” olarak değerlendirdikleri genel seçimde, mümkün olduğu kadar çok mülteci vatandaşın oyuyla olası kayıplarını telafi edebilmektir.
Veya daha da kötüsü, birilerinin kafasında, yükselecek halk tepkisine karşı terör olaylarına karışmış, iç savaş tecrübesi yaşamış terör örgütü mensubu mültecilerin kullanılması gibi bir düşüncenin olduğu ihtimalini düşünmek bile istemiyoruz.
Bir milyon mülteciyi göndereceğiz açıklamasında da bir samimiyet yoktur. Sadece halkta yükselen tepki söndürülmek istenmektedir.
Mülteci sorununda bugün Türkiye’nin çıkarına olacak sadece bir tek çözüm var: Şam ile hiçbir şart koymadan derhal görüşmelere başlanmalı ve bütün mültecilerin güvenlik içinde vatanlarına dönmeleri sağlanmalıdır.