Dünyanın üzerinde durduğu dört sütun

Endülüs İspanyasında, bir üniversitenin girişinde yer alan bir yazıtta şunlar yazılıydı:

“Dünya dört sütun üzerinde durur: Bilgelerin hikmeti, büyüklerin adaleti, adillerin duası ve mertlerin cesareti.”

Aslında bu özdeyiş, aynı zamanda Ortaçağ Avrupası karanlıklar içindeyken bilim ve aydınlanmanın bayrağını elde tutan İslam Dünyası’nın durumunu özlü bir şekilde anlatmış oluyor.

İslam Dünyasında; Raziler, Biruniler, İbni Sinalar, Farabiler, İbni Rüşd’ler, İbni Haldunlar ve daha nicelerinin, insanlığın bilgi birikiminin mirasçısı olmaları ve onu daha ileri noktalara taşımaları, bu sözlerde özlü ifadesini bulan ortamda mümkün oldu.

Endülüs İspanyası da, 9. yüzyıldan sonra yaklaşık 500 yıl bu uygarlığın bir parçası olarak Avrupa’da çok önemli bir işlev gördü.

Endülüs, coğrafi yakınlık nedeniyle çok sayıda Avrupalı öğrencinin öğrenim gördüğü bir yerdi. Rönesans ve Reform hareketlerine, giderek Aydınlanmaya varan süreçte genel olarak İslam Dünyası’nın, özel olarak da Endülüs İspanyasının özel bir yeri olmuştur.

İslam uygarlığı

İslam Dünyası, 8 ve 14. yüzyıllar arasında akla gelebilecek her konuda insanlığın tarih içindeki yürüyüşünde başı çekti. Matematik, geometri, astronomi, kimya, fizik, biyoloji, edebiyat, sanat, tıp, eczacılık, sosyoloji, tarih vb konularında kendisinden önceki Sümer, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıklarının mirasçısı oldu. Hint’ten daha yoğun olmak üzere, Çin’den de yararlandı.

Bizans imparatorluğunun dinsel baskılarından kaçan Nasturi bilim adamları, İslam Dünyasının eskinin bilim mirasını özümlemesinde çok önemli bir rol oynadılar. MÖ. 9 ve 10. yüzyıllarda İslam dünyasında etkin olan Mutezile (akılcılık) akımı, bu gelişmeyi gerçekleştirdi. Söz konusu yüzyıllarda Bizans devleti ile sık sık savaşan Abbasilerin, savaşların ardından yapılan anlaşmalarda, savaş tazminatı olarak eski Yunan ve Latin kitaplarını istemesi dikkate değerdir.

Gene bu yüzyıllarda Bağdat’ta, Kahire’de, Merv’de, Nişabur’da ve diğer önemli İslam şehirlerinde evlerinde büyük özel kütüphane sahibi olmak, en önemli itibar nedenidir.

Bilimi rehber almak, ekonomik alanda da büyük gelişmelerin önünü açtı. Haçlı seferlerinin ardındaki en önemli nedenin, Doğu’nun zenginliklerine ulaşmak olduğunu hatırlayalım.

Günümüz dünyası

Endülüs üniversitesine ait yazıtı bugüne uyarlayarak şöyle de söyleyebiliriz:

“Dünya dört sütun üzerinde durur: Bilimin yol göstericiliği, halkçı-devletçi ve demokratik yönetim, örgütlü halkın gücü ve milletlerin dayanışması.”

Korona salgını bu gerçekleri çarpıcı bir şekilde bütün insanlığa gösterdi.  Bütün dünyayı kasıp kavuran salgının önünde sağlam bir şekilde durabilen ve mücadeleden başarıyla çıkan ülkeleri de gördük; salgın karşısında aylarca çaresizliklerini ortaya koymaktan başka bir şey yapamayan ülkeleri de.

Türkiye Cumhuriyeti, Kemalist Devrim yıllarında bu ilkeler doğrultusunda hareket ettiği için, etkileri bugünlere kadar uzanan ve bugün de arayış içindeki Türk Milletine hala ilham kaynağı olabilen başarının sahibi olabilmiştir.

Devrimci Parti

Endülüs İspanya’sının dünya için söylediğini, çok daha özel bir duruma uygulayarak da söyleyebiliriz. Sağlam bir örgüt, dört direk üzerinde durur: “Doğru bir program, fırtınalı denizde doğru bir rotada ilerlemeyi sağlayan bir önderlik; halka karşı saygılı ve sorumlu olmak ile vatana bağlılık ilkesini izlenen politikaların en başına koymak ve nihayet güvenilir, yetenekli ve sağlam kadrolar.

Doğru program belirleyicidir fakat herşey değildir. Kâğıt üzerindeki en doğru programların yanlış bir önderliğin elinde nasıl hiçbir işe yaramaz hale geldiğinin örnekleri dünyada ve Türkiye’de fazlasıyla vardır.

Bugünün Türkiye’sinde Devrimci hareketin, gerek son elli yıldır Türkiye’de yaşanan ideolojik ve siyasi mücadelelerin, gerekse dünyada yaşanan gelişmelerin doğruladığı pratiklerin ardından, artık kendimizden emin olarak doğru programa sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Doğru ve güvenilir önderlik mücadele içinde ortaya çıkar ve Parti’nin ortak aklını temsil ettiği ölçüde sorumluluklarının gereğini başarıyla yerine getirebilir.

Öte yandan Vatan-Halk, Parti ve birey ilişkilerini doğru bir şekilde uygulamayan bir Parti de istediği kadar güzel ve süslü laflar etsin, pratikte bir anlamının kalmadığını da sayısız örnekle biliyoruz.

Ve nihayet “doğru bir program ve strateji oluşturulduktan sonra belirleyici olanın kadrolar” olduğu da bir başka gerçektir.

Kendisini dünyanın merkezi olarak gören kadrolarla bırakın devrimci mücadele yürütmeyi, başarılar kazanmayı; iki kişiyi bile bir araya getirmek mümkün değildir. Devrimin ihtiyaç duyduğu kadro tek başına kaldığı zaman bir Parti gibi hareket edebilen, ama aynı zamanda, bir kollektifin parçası olduğu zaman devrimci mücadeleye katkıda bulunabileceğinin bilincinde olan ve bunu hayatına uygulayabilendir.

İşte böyle bir Parti; Arşimet’in “Bana bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım” özdeyişinde belirttiği “dayanak noktası”dır.