Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı son raporda aynen şu ifadeler bulunuyor:
“Gençlerimizi, İslam dışı inançlara ilgi duymaktan ve zararlı cereyanların ağına düşmekten korumak ve onları din konusunda sağlıklı bilgilendirip aydınlatmak…”
Laik bir Cumhuriyet’te, eğitim ile ilgili olarak devletin hazırladığı bir raporda böyle bir ifade kullanılmışsa, deyim yerindeyse orada laikliğin ruhuna fatiha okunmuştur.
Bir devlet inançlar konusunda taraf olamaz. Ne demek “İslam içi”, “İslam dışı” inanç ayrımı? Eğer Devlet, böyle bir ayrım yapmayı kendisinde hak olarak görürse, bu yolun sonu, – çok gerilere gitmeye gerek yok- Suriye ve Irak başta olmak üzere birçok İslam ülkesinde son on yıl içinde tanık olduğumuz vahşete, kendi ülkemizde de bizzat kendisi kapıları aralıyor demektir.
Devletin ilahiyat fakültesinde halen “hocalık” yapmakta olan bir kişinin “namaz kılmayanlar öldürülebilir” demesinin arkasındaki zihniyetin arka planında, “gençlerimizi İslam dışı inançlara ilgi duymaktan” korumak düşüncesi yatmaktadır.
LAİK DEVLET
Laik devlet, vatandaşların inançları konusunda taraf olamaz. Vatandaşlarının ne kadarının hangi dini inancın mensubu olduğunun laik bir devlet açısından önemi yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında Hristiyanlar ve Museviler de vardır. Bu dinlere mensup yurttaş sayısının çok az olmasının bir önemi yoktur. Demokratik laik hukuk devleti, bazı yurttaşlarına ‘sizin sayınız zaten az, onun için sizin inançlarınızın bizim için önemi yok. Ben çoğunluğun dini inancına göre hareket ederim. Ve sizin dini inancınız bana göre çoğunluğu inancından farklı olduğu için benim görevim çoğunluğunun dini inancına mensup olan gençleri sizden korumaktır” diyemez.
Bunu dediği zaman, bütün yurttaşların “kanun önünde eşit” olduğu lafı havada kalır.
HANGİ İSLAM?
Aynı şekilde “İslam dışı inanç” dediğiniz anda hemen akla gelecek olan soru “hangi İslam” sorusu olacaktır. İslamiyet’in Selefi yorumu, kendisi dışındaki bütün İslam anlayışlarını “din dışı” ve “katli vacip” olarak görür. Şimdiden devletin camilerinde yüksek sesle dillendirilen bu görüşün iktidar makamlarından destek görmesi, Türkiye’yi bekleyen yakın tehlikeyi gösterir.
Türkiye’de Müslüman nüfusun küçümsenmeyecek bir oranı Alevidir. Çok değil, bundan 300 – 400 yıl kadar önce, bu ülkenin insanları Alevi oldukları için “din dışı” olarak görüldüler ve kitleler halinde katledildiler. Zamanın ünlü paşalarından “Kuyucu Murat Paşa”, “Kuyucu” namını, Anadolu’da Alevi Türkmenleri, kazdığı kuyulara doldurarak öldürmesinden alır.
Milli Eğitim Bakanlığının raporu, Kuyucu Murat Paşaların yeniden devletin iktidar makamlarına tırmandığını gösterir.
DİN DIŞI KİTLE
Bugünün Türkiye’sinde İslamiyet’in Sünni inancına mensup ama Cumhuriyet Devriminin laiklik uygulamasının sonunda din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini savunan ciddi bir yurttaş kitlesi de bulunmaktadır. MEB raporuna göre bu vatandaşlar da “İslam dışıdır” ve bunlarla da mücadele edilmelidir. Böyle bir yola bir sefer girildi mi yolun sonunun nereye varacağı bellidir.
Ayrıca 21. yüzyıl dünyasında, bütün ülkelerde tamamen din dışı düşünen ciddi bir kitlenin varlığı da bir gerçektir. Avrupa ülkelerinde bu oranın, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte ortalama olarak yüzde 30 olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlığın demokratik devrimler sonrasında bilimsel gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan doğal bir durumdur bu.
Türkiye’de kamuoyu baskısı, var olan siyasal ve toplumsal ortam ile birlikte düşünüldüğünde bu tür kamuoyu araştırmalarında insanların inançlarını gizlemek ihtiyacı duydukları bir gerçektir. Buna rağmen yapılan kamu araştırmalarında yüzde beşin üzerinde çıkan sonuçların alınması bir veri olarak kabul edilebilir. Ebubekir Sifillere ve diğer Selefi İslamcılara göre bu vatandaşların ise hemen öldürülmesi gerekiyor.
YAKIN TEHLİKE
Kısacası, Milli Eğitim bakanlığının son raporu, 20 yıllık AKP iktidarı sonunda geldiğimiz yeri çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Ve eğer Türkiye, AKP iktidarıyla yoluna devam ederse, önümüzdeki büyük tehlikenin ne olduğu da böylece ortaya çıkmış oluyor.
İnanç farklılıkları temelinde bölünmüş ve iç çatışmaların içine yuvarlanmış bir ülke vatanın bütünlüğüne yönelen emperyalist tehdide karşı koyamaz.
ABD emperyalizmi destekli etnik bölücülük işte böyle bir ortamda yaşama ve iddiasını sürdürme imkânı bulabilir.
İnanç temelinde çatışmaların olduğu bir ülkenin, kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomisin de söz edilemez. Bu durumda bugün en önemli sorunumuz haline gelen ekonomik kriz ile mücadele etmek bir yana, daha derin bir yoksulluğun ve yokluğun pençesine düşmek kaçınılmaz olur.
Onun için Türkiye, önündeki sorunlarla mücadele etmek istiyorsa, herşeyden önce, “İslam içi” “İslam dışı” ayırımlara göre hareket edemez!
Ve bu ayrımı yapan devlet görevlileri, Anayasa’ya aykırı hareket ettikleri için derhal görevden alınmalı ve haklarında yasal işlem yapılmalıdır.