“Avrupa Aleviliği” (2)

Son 40 – 50 yılın gelişmekte olan dünyaya mensup ülkelerindeki bütün etnik ve dinsel hareketlere bakın; hepsinin arkasındaki emperyalist desteği görebilirsiniz ve bunun istisnası yoktur.

            Kendi ülkemizi ve bölgemizi ele alalım: AKP’nin iktidar yapılmasından Türkiye’nin bir tarikatlar koalisyonu tarafından yönetiliyor olmasına, Fetullah Gülen’den Şeyh Nazım Kıbrısi’ye, IŞİD’den İhvanı Müslimin’e; PKK’dan Barzani’ye kadar bölgemizdeki bütün etnik ve dinsel hareketlerin arkasındaki emperyalist destek biliniyor.

            Özellikle 1990 sonrasında Almanya merkezli olarak ortaya çıkan ve Aleviliğin İslam dışı ve ayrı bir din olduğu şeklindeki teorileri de bu genel çerçeve içine oturtmak gerekiyor.

            Amaç; Türkiye’de Alevi-Sünni çatışmasına, Alevi cephesinden de yangına odun taşımaktır. Türkiye’de yaşayan Alevilerin büyük çoğunluğunun bu teorilere itibar etmeyeceği açıktır. Yüzlerce yıl içinde ortaya çıkmış ve büyük mücadelelerle ve fedakârlıklarla bugüne ulaştırılan bir inanç, emperyalistlerin amaçlarının gerçekleşmesi için ihtiyaç duydukları “elverişli araca” kolay kolay dönüşmez. Karaca Ahmet Sultan Dergâhı Başkanı Muharrem Ercan’ın aşağıdaki sözleri Türkiye Alevilerinden, hâlâ kendisini bu inanç grubuna mensup hisseden çoğunluğun ortak görüşü olarak alınabilir:

            “Bizler bu vatanın kurucu unsuru, asli sahibiyiz. Allah, Muhammed, Ali ve onun yolunda giden Alevi İslam inancının sonsuza kadar savunucusuyuz. Bizim İslam anlayışımız kırkların meclisinden beri süregelen yol, erkan, mürşitlik, pirlik, rehberlik, rızalık, müsahiplik yoludur. Bizim İslam inancımız Kerbela’da Hz. Hüseyin’i şehit eden zihniyeti ve anlayışı reddeder. Şu anda güzel vatanımızda Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyet, laik, sosyal hukuk devletinde isteklerimizi almak için, sorunlarımızın çözümü için mücadelemizi sürdürüyoruz.” (Aydınlık, 8 Mayıs 2022)

Ama bununla birlikte, Avrupa ve aynı zamanda “ABD’nin kara gücü” PKK tarafından desteklenen “İslamiyet dışı Alevilik” taraftarları, emperyalistlerinin arzuladığı Alevi Sünni çatışmasının çıkarılmasına hizmet etmeye devam edeceklerdir.

ANADOLU ALEVİLİĞİ

Aleviliğin, İslamiyet dışı olduğunu düşünenlerin üzerinde düşünmeleri gereken önemli nokta şudur: Anadolu Aleviliğinin en az bin yıllık bir geçmişi vardır. O bin yılın öncesinden de gelen kökleri elbette vardır. Ama bugün bildiğimiz Anadolu Aleviliği son bin yıl içinde şekillenmiştir.

            Anadolu Alevileri kendi köklerini Horasan’a dayandırırlar. Tarihi bir gerçekliktir bu. Anadolu Türkmen kitlesi 9. ve 13. yüzyıllar arasında dalga dalga göç kafileleri halinde Horasan’dan Anadolu’ya geldiler. Ve geldiklerinde daha Horasan’dayken temellerini attıkları, İslamiyet ve daha önceki inançlarının bir sentezi olan yeni inançlarını da getirdiler. Daha sonrasında Anadolu’nun ve genel olarak Batı Asya’nın, geçmişi binlerce yıl öncesine uzanan inançlarıyla harmanladılar kendi inançlarını. Selçuklu ve Osmanlı feodal yönetimlerinin baskı ve zulmüne karşı mücadele eden Türkmenlerin mücadeleleri içinde Anadolu Aleviliği, bütün bu süreçler sonrasında adım adım gelişti, olgunlaştı ve bugünkü biçimini aldı. (Anadolu’nun Kürt Alevileri de kendi köklerini Horasan’a dayandırırlar, Horasan’dan geldiklerini söylerler. Ama bu kabul, Kürt Alevilerin, Aleviliği benimsedikten sonra bu inancın Türkmen önderlerinin -Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Baba İlyas, Baba İshak, Seyyid Mahmut Hayrani vb.- kendi geçmişlerine ilişkin söylemlerini, yüzyıllar içinde benimsediklerini ve içselleştirdiklerini gösterir.)

            Yunus Emre ve Hace Bektaş Veli’yi başlangıç noktası olarak alırsak, Anadolu Aleviliğinin ortaya çıkmasında en büyük rolü oynayan Nesimi, Kaygusuz Abdal, Abdal Musa, Hatayi, Yemini, Virani, Fuzuli, Himmet Dede, Hasan Dede, Pir Sultan Abdal; nihayet 19. Yüzyılın Harabi’si ve 20. Yüzyılın Aşık Veysel’i; bütün bu Alevi büyükleri, Aleviliğin İslamiyet dışı değil, tam tersine kendilerinin “gerçek İslam”ı savunduklarını söylediler.

  1. YÜZYIL TÜRKİYE’SİNİN GERÇEKLERİ

Şimdi Avrupa’da birilerinin ortaya çıkıp, Avrupa devletlerinden aldıkları üç beş kuruşa karşılık olarak, bin yılın bütün bu Alevi büyüklerini bir tarafa atarak, “aslında sizler Aleviliğin ne olduğunu bilmiyor muşsunuz, Aleviliğin ne olduğunu biz şimdi Avrupa’da keşfettik” demeleri tek kelimeyle komiktir ve hazindir.

            21. yüzyılın Türkiye’sinin gerçeği şudur: Türkiye, emperyalizmden kaynaklanan bir parçalanma, iç çatışmalara sürüklenme ve yeniden sömürgeleştirilme tehdidinin hedefidir. Gerçi bu tehdit arkamızda kalan yıllarda çok daha ağırdı. Şimdi Suriye’de emperyalist saldırının önünün kesilmesi, ABD’nin Afganistan’daki yenilgisi ve genel olarak Asya’nın yükselişiyle birlikte tehdit, eski ağırlığını kaybetmeye başlamıştır ama tehlike geçmemiştir.

            Özellikle AKP iktidarının laik demokratik Cumhuriyeti tasfiye yolunda attığı adımlar, Alevi yurttaşlara karşı izlediği ayrımcı politika, İhvansever dış politikasının Türkiye’nin sırtına yıktığı 10 milyona yakın sığınmacı yükü, Türkiye’yi ciddi tehditlerin ve tehlikelerin hedefi yapmaya devam ediyor.

            Anadolu Alevileri, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Cumhuriyet Devrimi’nin bu ülke için ne ifade ettiğini en iyi bilen ve takdir eden toplum kesiminin başında geliyorlar. Çünkü Alevi toplumu laik olmayan Osmanlı’yı da, laik olan Türkiye Cumhuriyeti’ni de yaşadı. İnsanların inançlarından dolayı sorgulanmadığı, ayrımcı politikaların hedefi olmadığı laik Cumhuriyetin değerini en iyi Alevi yurttaşlarımız bilir.

            Babam Yusuf Gültekin, Tunceli’nin bir dağ köyünde 1914 yılında doğdu. Cumhuriyetle birlikte okula gitme olanağı oldu. İlkokul 3. sınıfa kadar, köyümüzden 7 – 8 kilometre uzaklıktaki, köyümüzün yaslandığı dağın arka tarafında bulunan nahiye merkezine her gün gidip gelerek, 4, ve 5. sınıfları ise kendisi durumunda olan diğer çocuklarla kiraladıkları bir dam evi koşullarında 20 km. uzaklıktaki Nazımiye’de, sağlık nedenleri ile ilk senesinden sonra terk etmek zorunda kaldığı Ortaokulu Elazığ’da okudu. Aydın bir köylüydü. Cumhuriyet Devrimi yıllarını bütün canlılığıyla yaşadı. Öncesi ise çok uzağında değildi. Osmanlı döneminin Aleviler açısından ne ifade ettiğini, büyüklerinden doğrudan dinleme olanağına sahipti. Çocukken babamdan dinlediğim “Oğlum biz Aleviler, Hz. Ali’den sonra ilk defa Atatürk zamanında rahat ettik” sözüyle ifade edilen değerlendirmesinin, Alevi toplumunun genel görüşü olduğunu söyleyebilirim.

             Aleviliği İslamiyet dışı olarak gören bir yaklaşımın yol açabileceği sonuçlardan en büyük zararı bizzat Alevilerin göreceği de bir başka gerçektir. Kışkırtılan mezhep ve etnik çatışmalardan her zaman azınlık durumunda olanlar daha fazla zarar görür. Avrupa’da yaşayan, deyim yerindeyse “tuzu kuru” olan ve Aleviliği “geçim aracı” olarak görenler bu gerçeği önemsemez ama Türkiye’de yaşayan Alevilerin ezici çoğunluğu açısından durum farklıdır. Anadolu Alevileri, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşı olmanın ve “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının oluşturduğu Türk Milleti”nin bir mensubu olmanın “değerini” herkesten daha çok görme ve anlama durumundadırlar.

            Peki 21. Yüzyılın dünyasında yeni bir “din” inşası mümkün müdür? İnsanlık, dinlerin (dini ideolojilerin) egemen dünya görüşü olduğu tarih dönemini, Aydınlanma Çağı ve Büyük Fransız Devrimi ile birlikte geride bıraktı. Fransız Devrimi’nden bu yana 233 yıl geçti. Dünyanın büyük çoğunluğunda, din ve dünya işlerini birbirinden ayıran; dini, inananların vicdanındaki yerine koyan bir anlayış hakim durumda. Hiçbir dinin gereklerini yerine getirmeyen insan sayısı, Avrupa ülkelerinde artık nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor.

            Aynı durum benzer ölçülerde olmasa da Türkiye için de geçerlidir. Dinci yazarların son yıllarda gençlik içinde ve özellikle İmam Hatipli gençler içinde Deizm akımının güçlenmesinden şikâyet etmeleri boşuna değildir ve çağımızın gerçekleri karşısında hiçbir gücün duramayacağını göstermektedir. Bu koşullarda Avrupa’da birilerinin, Alevilik “İslamiyet’ten ayrı bir dindir” iddiasıyla ortaya çıkıp, bu görüşlerine ciddi denebilecek bir taraftar bulmaları mümkün değildir. Bütün yaptıkları emperyalist merkezlerin, Türkiye’ye yönelik emellerini gerçekleştirme yolunda kullanacakları “elemanlar” olmaktan ve bulmaktan öteye geçemeyecektir.

            “Avrupa Aleviliği” çabalarının esas amacı budur. Ama bunun yanısıra 21. yüzyıl dünyasında yeni bir din inşa etmek mümkün olmadığına göre, böyle bir imkansız hedefe ulaşma çalışması içine çekilen Alevi insanlarımızdan en azından bazılarının, içine sürüklendikleri boşluk ortamında, Avrupa’da mevcut ve hakim konumdaki dinin, Hristiyanlığın misyonerlik faaliyetleri açısından “devşirilecek kişiler” olmaktan kurtulamayacakları açıktır.