Muhyeddin Abdal, 16. Yüzyıl Kalenderi – Bektaşi tekke şairlerindendir. Altı kadar nüshası tespit edilen divanında yaklaşık 200 kadar şiir bulunmaktadır. Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesimi gibi şair ve düşünürlerin etkisi altında kalmıştır. Ayrıca şiirlerinde adı geçen Hallacı Mansur, Seyyid Nesimi, Fazlullah Hurufi, Hacı Bektaş Veli, Otman Baba, Kumral Baba, Balım Sultan ve Akyazılı İbrahim Hoca gibi isimler, Muhyeddin Abdal’ın hangi geleneğin ve mücadelenin içinde yer aldığını gösterir. Türbesi Edirne Lalapaşa ilçesine bağlı Hacıdanişment ve Vaysal köyleri arasında, Bulgaristan sınırında Muhittin Baba tepesindedir.
Bulgaristan ve Romanya’da da tanınması onun gezgin bir “derviş”, gezgin bir tekke şairi olduğunu ve Sarı Saltuk, Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli Sultan), Demir Baba, Otman Baba gibi, Balkanlarda yaşayan halkların ideolojik olarak kazanılmasında önemli bir rol oynayan Bektaşi hareketinin ileri gelen bir mensubu olduğunu gösterir.
Muhyeddin Abdal’ın “İnsan insan derler idi” diye başlayan şiiri, Fazıl Say tarafından bestelendi. Şiir özellikle iki konuda çok güçlü ve çarpıcı mesajlar veriyor. Birincisi insana verilen değer, ikincisi ise bu değerin ancak örgütlü bir mücadele içinde anlaşılabileceğidir.
İnsan insan derler idi / İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi / Ben can nedir şimdi bildim.
Müminin kalbinde olan / Bulmadı taşrada kalan
Kendisinde buldu bulan / İman nedir şimdi bildim
Bir kılı kırk yardıkları / Birin köprü gerdikleri
Erenler gösterdikleri / Erkan nedir şimdi bildim
Muhyeddin eder hak nazır / Görene her yerde hazır
Ayan nedir pinhan nedir / Nişan nedir şimdi bildim.
Anadolu Türkmen kitleleri, İslam’ın tasavvufi yorumuyla Alevi – Bektaşi tekkelerinde örgütlendiler. Horasan kökenli “Kalenderilik”, Anadolu İslamının şekillenmesinde önemli rol oynayan kaynaklar arasındadır. Alevi – Bektaşi tekkeleri – ocakları, Türkmen kitlelerinin etrafında örgütlendiği merkezler oldu. Hacı Bektaş Veli, Taptuk Emre, Yunus Emre, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Hasan Dede, Muhyeddin Abdal, Pir Sultan Abdal vd. bu tekke ve ocaklar etrafında toplanan- örgütlenen halkın ideolojik – siyasi önderliğini üstlenmiş liderler durumundaydılar.
Türkmen kitleleri, Babai isyanlarından başlayarak bir dizi başkaldırıyla (Bedreddin isyanı, Celali isyanları vd.) feodal baskı ve zulme karşı direndiler. Bu direniş bir yanıyla sömürü ve zulme direniştir, diğer yanıyla insanları, eşit haklara sahip olmayan, pratikte sultanın, beyin ya da ağanın “kulu” olarak gören anlayışların reddedilmesidir.
Muhyeddin Abdal, “İnsan” şiirinde, insan olmanın ve yoldaş olmanın (“insan nedir”, “can nedir”) gerçek anlamını “şimdi bildim” derken, o günün örgütlenmesi içinde yer aldıktan sonra anladığını söylemektedir.
Aynı şekilde kişinin içindeki cevheri (Kendisinde buldu bulan / İman nedir şimdi bildim) açığa çıkarması, en zorlu mücadelelerin yol ve yöntemlerini (Bir kılı kırk yardıkları / Birin köprü gerdikleri) öğrenmesi, düşmanını (münkirler) tanıması, örgüt ile birleşerek (hak ile vuslat olmuşum) gerçek kimliğini bulması, açık ve gizli (Ayan nedir, pinhan nedir /Nişan nedir şimdi bildim) bilgilere ulaşmasının ve bunu sağlayacak bilgileri elde etmenin ancak bu şekilde mümkün olduğunu söylemektedir.
Bütün bunlardan dolayı Muhyeddin Abdal ve diğer bütün Alevi- Bektaşi ozanların şiirlerinde ısrarla işlenen konular, insana verilen değer ve bu değerin ancak örgütlü mücadele ile elde edilebileceği konuları olmuştur.
Muhyeddin Abdal’ın “Zahid bizi taneyleme” diye başlayan şiiri de kuvvetli bir örgütlü olma vurgusu içerir. Bir rivayete göre 40 kadar Hamzavi dervişinin toplu olarak ölüme götürülürlerken hep birlikte söyledikleri deyişte, halkın örgütlü mücadelesinin yenilmeyeceğine olan güçlü inanç dile getirilmiştir.
Aradan 500 yıl geçtikten sonra söz konusu şiirin, Ruhi Su’nun bestesiyle hala Anadolu insanının dilinde olması, Muhyeddin Abdal’ın ne kadar haklı olduğunu gösterir.
Zahid bizi taneyleme / Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme / Hazrete varır yolumuz
Sayılmayız parmağınan / Tükenmeyiz kırmağınan
Taşramızdan sormağınan / Kimse bilmez ahvalimiz
Tarihimizin büyük mirası
Bütün bu ideolojik ve düşünsel iklimi tarih içinde nereye oturtmak gerekiyor? Çünkü kaynağını 9 – 13. yüzyıl Horasan’ından alan, Yunus Emre ile doruğuna ulaşan bu düşünce ikliminin 16. yüzyıldan itibaren sönümlendiği ve sonraki yüzyıllarda ise bir varlık gösteremediği bir gerçektir.
Anadolu, 20. yüzyıldaki uyanışıyla birlikte, aynı zamanda unutulan geçmişini de hatırladı.
İslam dünyasında 8. ve 13. yüzyıllar arasında hemen her alanda yaşanan büyük gelişme, ekonomik olarak kapitalizme sıçrayışın eşiğine gelme, düşünce planında akla öncelik tanıyan Mutezile akımı ve çoğulculuk; bütün insanları eşit olarak gören felsefi yaklaşım, dönemin karakteristik özellikleridir. Batı dünyasında sonraki yüzyıllarda Rönesans ve Reform hareketlerine yol açan ve daha sonraki demokratik devrimleri hazırlayan düşünsel iklim, aynı dönemin Avrupa’sıyla kıyaslanamaz ölçüde çok daha güçlü olarak Doğu’da, özellikle Horasan ve onun devamı olarak Anadolu’da vardı.
Muhyeddin Abdal’ın söz konusu şiirleri, tarihin bu döneminin olumlu mirasının en parlak örnekleri olarak bugün de bize güç veriyor.
Önemli olan kendi tarihimizden bugün için çıkaracağımız derstir. Devrimci, örgütüyle birlikte vardır ve ancak örgütlü mücadele içinde olursa hedeflerine ulaşabilir. Bu gerçek devrimcinin birey olarak oynadığı rolün reddedilmesi değildir. Tam tersine Devrimci, birey olarak sahip olduğu birikimi ve yapabileceklerini, ancak örgütlü bir yapı içinde bütünüyle ve etkin bir şekilde “gösterme” veya “ortaya koyma” şansına kavuşabilir.
Ve buradan da mücadelesinde başarılı olmak isteyen Devrimcinin, dahil olduğu örgüte ihtimam göstermesi, her türlü saldırıya karşı “sonuna kadar” savunması görevi çıkar.
Onun için Devrimcinin dilinde “ben ve siz” söylemi olamaz.
Çünkü “taşrada kalan”, “kalbinde olanı” da bulamaz!