İçişleri Bakanı sayın Süleyman Soylu 9 Mart günü yaptığı açıklamada operasyonlarda ele geçirilen bir belgeden hareketle PKK’nın iç yazışma dilinin Türkçe olduğunu söyleyerek şöyle konuştu:
“El yazısıyla sayfalarca yazmışlar. Hepsinin cümleleri gayet düzgün, ifadeleri net, sayfalarca yazıda neredeyse tek bir karalama yok.”
Sayın Soylu’nun da ifade ettiği üzere bu durum, bilinmeyen bir şey değil. Biz de 2012 yılında Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Kürtçe Eğitim Sorunu” kitabımızda bu konuyu geniş olarak işlemiştik.
Evet, PKK’nın dili Kürtçe değil, Türkçedir ve bu durum başlı başına, üzerinde önemle durulması gereken bir gerçekliktir.
Örgütün dilinin Türkçe olması neyin kanıtı?
Mustafa Kemal, 1920’lerde Türk Milleti tarifini, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” şeklinde yaparken, bir milletin tarih sahnesine çıkışında siyasi eylemin rolüne vurgu yapıyordu.
Ama aradan geçen yüzyılın ardından bir topluluğun “millet” haline gelmesindeki en önemli unsurlardan biri olan dil birliğinin, bütün Kürt yurttaşlarımız açısından da bugün artık çok güçlü bir şekilde var olduğunu görüyoruz.
PKK’nın iç yazışmaları bunun çarpıcı bir kanıtıdır.
PKK bilindiği üzere Kürt milliyetçisi bir örgüttür. Etnik temelli bir örgütlenmedir ve hedefi, bir “Kürt devleti”nin kuruluşunu gerçekleştirmektir.
Bu durumdaki bir örgütün en azından örgüt içi yazışmalarda Kürtçeyi kullanması gerekmez mi?
Çeşitli operasyonlara ele geçirilen, mahkeme dosyalarına giren ve bizim de “Kürtçe Eğitim Sorunu” kitabımızda çok sayıda örnekle ele aldığımız belgelere göre:
PKK’nın iç yazışmaları Türkçedir. Askeri, siyasi ve örgütsel konularda yazılan bütün raporlar Kürtçe değil, Türkçe olarak yazılmıştır.
Yayın organlarında kullanılan dil de Türkçe’dir.
Kongrelerinde Türkçe konuşulur, raporlar Türkçe yazılır.
Örgüt içi eğitimler de Türkçe yapılır.
Örgütün kendi içinde yaptığı yargılamalarda da dil Türkçedir. Tutanaklar Türkçe tutulmuştur, mahkeme kararları Türkçe yazılmıştır.
Militanların ele geçen mektupları ve hatıra defterlerinde kullanılan dil de Türkçedir.
Hatta çok çarpıcıdır, Suriye, İran veya Irak Kürtlerinden örgüte katılan militanlar bile bir müddet sonra Türkçe öğrenmek durumunda kalmıştır.
Bu veriler son derece öğreticidir ve Kürt milliyetçiliğinin Kürtleri, Türklerden koparma hayallerinin beyhude olduğunu göstermeye yeterlidir.
Eğitim Sen’in araştırması
“Kürtçe Eğitim Sorunu” kitabımızda Eğitim Sen’in 2010 yılında Güneydoğu illerimizde Kürtçenin ne ölçüde kullanıldığı ve Kürtçe kullanımının kuşaklar boyunca nasıl bir seyir izlediğine dair araştırma sonuçlarına da yer vermiştik.
Bu araştırmaya göre Kürtçe, her bir yeni kuşakta öncekine göre günlük hayatta yerini Türkçeye daha fazla bırakmaktadır.
Üstelik bu değişim, Kürt milliyetçiliğinin yükselişe geçtiği son 40 yıl boyunca da devam etmiştir.
Eğitim Sen araştırması, üç kuşak boyunca günlük hayatta Kürtçenin hangi oranda kullanıldığına ilişkin verilerden hareket etmekte ve Kürtçe üzerindeki yasakların kalkmış olduğu son kuşak döneminde de Türkçe kullanımının daha da yaygınlaştığı gösterilmektedir.
Neden böyledir?
Çünkü Türkler ve Kürtler, emperyalizme karşı birlikte savaşıp Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurma eylemiyle tek bir millet olma yolunda büyük bir adım attılar. Ardından Ortaçağ kalıntılarının tasfiyesi yolunda gerçekleştirilen Cumhuriyet Devrimi tek bir millet olmayı pekiştirdi.
Ve bin yıllık tarihten gelen ortak yaşantıya ek olarak bu iki büyük tarihsel eylemin sonucunda Türkçe, Kürtlerin de dili oldu.
Son yüzyıl içinde Türkiye’de eğitim dili, bilim dili, siyaset dili ve piyasa dilinin Türkçe olması, bütün yurttaşları etnik köken farkı etmeksizin ortak bir dil etrafında giderek daha güçlü bir şekilde birleştirdi.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Kürt vatandaşların ezici çoğunluğu Kürtçe’den daha iyi Türkçe konuşur.
İşte PKK gibi “Kürtlük davası” adına ortaya çıkan bir örgütün bile aradan geçen bu kadar yıldan sonra bile kendi iç yazışmalarında Türkçe kullanmaya devam etmesinin nedeni budur.
Ortak dil ile büyük birliğe
Olaya daha geniş bir perspektiften bakıldığında ise şunlar söylenebilir: İnsanlık Ortaçağ’ın feodal yapılanmalarını, milli devletlerin ortaya çıkışı ile geride bıraktı. 18 ve 19. yüzyıllar milli devletlerin ortaya çıkış dönemidir. Ve bu süreç esas olarak Avrupa’da yaşandı. Avrupa’daki milli devletler, genellikle aynı etnik kökenden gelen halklar tarafından kuruldular.
Ama 20. yüzyılda sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadele sonunda ortaya çıkan milli devletler Avrupa’daki gibi olmadı.
Özellikle Asya ve Afrika’da Çin, Türkiye, İran, Afganistan ve Fas dışında kalan eski sömürge ülkelerin sınırları, yeni kurulan milli devletlerin de sınırları oldu. Bu milli devletlerde genellikle çok sayıda etnik topluluk yaşıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı mücadele eylemi, bu topraklarda milletlerin ortaya çıkışında belirleyici oldu.
Son 40 yıl içinde tanık olduğumuz emperyalizmin yeni neo liberal saldırı döneminde, gelişmekte olan dünyadaki milli devletler, etnik ve dinsel farklılıklar kullanılarak parçalanmak istendi. Bu çabalar yer yer başarılı oldu.
Ama bu dönem de artık geride kalıyor. Emperyalizme dayanarak etnik temelli devletler kurma dönemi bitiyor. İnsanlık şimdi bütün dünyada milli devletlerin, gönüllülük temelinde inşa ettiği büyük bölgesel birliklere doğru gidiyor.
Bölgesel birliklerde, geniş halk kitlelerinin birbirleriyle daha iyi anlaştıkları dillere yönelmeleri doğal olandır. Tarihsel olarak içinde bulunduğumuz konjonktür, ancak ayrılığın ve bölünmenin hayat verebileceği dillere değil, birliğin ve büyümenin diline veya dillerine şans vermektedir.
Elbette bu büyük birlik içinde kültürel zenginliğin birer unsuru olarak bütün diller ve kültürler de kendini ifade olanaklarına sahip olacak ve toplam zenginliğin oluşumuna katkıda bulunacaklardır.