Ölüme çare yoktur!

Yeni Şafak gazetesi köşe yazarlarından Yusuf Kaplan’ın 9 Ağustos tarihli makalesi, “İddialarımızı ve gençliği yitirirsek, geleceğimizi kaybederiz” başlığını taşıyordu.

Kaplan, kendisini deyim yerindeyse panikleten tespitini iki olguya dayandırıyor:

Birincisi ‘İmam Hatip Liselerinde okuyan gençler içinde “deizm” dalgasının sanıldığından da hızlı yayılması’,

İkincisi, ‘son zamanlarda genç kızlar içinde başörtüsünü atma şeklinde yaşanan gelişmenin adeta bir modaya dönüşmesi’…

Tespitler önemlidir. İmam Hatip Liselerine en büyük önemi veren ve başörtüsünü yaygınlaştırmak için de devletin bütün olanaklarını kullanan bir iktidar var iş başında ama o okullarda, İslamcıların tasvip etmediği “deizm” (yaradancılık) yayılıyor ve genç kızlar iktidara rağmen başörtüsünü atıyor.

Yusuf Kaplan’lar için bütün bunlar dehşet verici gelişmelerdir. İslamcı olduğunu söyleyen ve 20 yıla yakındır yönetimde olan bir iktidara rağmen yaşanan bu gelişmenin nedenlerini doğru tespit etmeliyiz.

Nedenler

1.20. yüzyıla damgasını vuran en önemli olguların başında Emperyalizm ile Siyasal İslam arasındaki işbirliği gelir. Gerek Türkiye’de gerekse diğer Müslüman ülkelerde emperyalizme bağımlılık güçlendiği oranda Siyasal İslam güçlenmiş, emperyalizme bağımlılık azaldığı oranda da Siyasal İslam güç kaybetmiştir.

Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyet Devrimimiz, Tam Bağımsız Türkiye’yi gerçekleştirdi ve Siyasal İslam bu dönemde ideolojik, siyasal ve toplumsal alanlarda marjinal konumlara itildi. 1950 sonrası “Türkiye’nin “küçük Amerika” yapılma dönemiydi. NATO üyeliği, AB aday üyeliği ve ABD destekli 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri bu dönemde oldu. Son olarak BOP Eşbaşkanı olduğunu söyleyen siyasal iktidarı gördük.

Ve Siyasal İslam, tam da bu dönemde belini doğrulttu. İhtiyacın çok çok üzerindeki İmam Hatip Okulları, İlahiyat Fakülteleri ve siyasal bir simge olarak türbanın ortaya çıkması ve yaygınlaşması bu dönemde oldu.

Ama Türkiye 28 Şubat süreci ile birlikte Batı’dan kopma ve Asya’ya yönelme sürecine girdi. Ergenekon tertibi dönemindeki kesintinin ardından 2014 sonrasında bu yönelim, çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıktı.

Yani, nesnel olarak içinde bulunduğumuz dönem Siyasal İslam’ın kaybetmeye mahkûm olduğu bir dönemdir.

2.ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında İslam ülkelerinde gerçekleştirdiği büyük saldırı, Siyasal İslam’ın da güçlenmesinde doruğa işaret eder. IŞİD, Boko Haram, El Kaide, El-Nusra ve benzeri örgütlerle Müslüman Kardeşlerin 2011 – 2014 yıllarındaki hamleleri Siyasal İslamcı dalganın doruğu oldu. 

2014 yılı dönüm noktasıdır. ABD, dünyanın en büyük ekonomisi olmaktan çıktı. Askeri olarak el attığı her yerde yenilmeye başladı. Türkiye’nin, BOP’un en önemli ayağı olan “ABD-İsrail koridoru” girişimine vurduğu ölümcül darbeyi de bu arada anmak gerekir.

Kısacası ABD kaybediyor, Siyasal İslam da kaybediyor.

3.Üçüncü olarak Yusuf Kaplan’ın şikâyet ettiği duruma yol açan neden, doğrudan doğruya İslamcı olduğunu söyleyen AKP iktidarının uygulamalarıdır.

Türkiye’nin İmam Hatip ihtiyacı için gerekli olan okul sayısının en az 10 katı kadar İmam Hatip Okulu var. Toplumda böyle bir talep olmadığı için okullar önemli ölçüde boş. Çeşitli zorlamalarla öğrencileri bu okullara yöneltme çabaları ters tepiyor.

Erdoğan daha bir yıl önce ‘Hemen yanındaki Sultanahmet’i doldurmayacaksınız, sonra Ayasofya ibadete açılsın diyeceksiniz! Bu oyuna gelmeyelim’ dediği halde, tamamen siyasal hesaplarla ve Koronavirüs’ün hâlâ büyük bir tehdit olarak varlığını sürdürdüğü günlerde Büyük bir gösteriyle Ayasofya’yı ibadete açtı. Bu arada neredeyse her sokakta bir cami açılması şeklindeki uygulamaların halkın ibadet ihtiyacını karşılamakla bir ilgisi yok. 60 bin kişilik Çamlıca Camii, Cuma namazlarında bile kapasitesinin yüzde 5’ine ancak ulaşıyor.

Halkımız bütün bunları görüyor ve değerlendiriyor. Ülkenin büyük bir ekonomik krizin pençesinde kıvrandığı bir dönemde kaynakların yatırıma ve geleceğin inşasına ayrılması yerine geçmişi ihya etmeye ve yandaşlara aktarılması doğal olarak tepkilere yol açıyor. Gençlik ise Ortaçağ ideolojisini ve yaşam biçiminin reddederek tepkisini gösteriyor.

21. yüzyıl gerçeği

4.Ve elbette artık 21. yüzyıldayız. Bilim din savaşını, yüzyıllar süren savaşın ardından bilim kazandı. Bu konuda en geride olan İslam Dünyasında bile son salgın döneminde bütün ülkeler, Suudi Arabistan’da dahil olmak üzere bilime sarılmak durumunda kaldı.

Bir yandan bu gerçek herkesin gözü önünde yaşanırken öte yandan küçük siyasi hesaplarla bilimi bir kenara iterek yapılan kitlesel dini gösterileri halkın değerlendiremeyeceğini zannetmek büyük bir aymazlık olur.

Bir milyar 400 milyonluk Çin, Koronavirüs vakasını sıfırladı, yeniden bir vakanın görüldüğü Wuhan şehrinde yaşayan 10 milyon insanın tamamına bir hafta içinde test uyguladı. Öte yandan 80 milyonluk Türkiye’de günlük vaka sayısı yeniden 1000’in üzerine çıktı.

Çin’de, resmi olarak hiçbir din ile alakası olmayan laik bir yönetim var, Türkiye’de İslamcı olduğu iddiasındaki bir iktidar işbaşında. Dünyamız küçük ve artık herkes bu kıyaslamayı yapabiliyor.

İşte bu nedenler Sayın Yusuf Kaplan’ın şikâyet ettiği durumun nedenleridir. Kısacası ölüme çare yoktur, her şey olacağına varıyor.