Ayasofya

5 Haziran tarihli Hürriyet gazetesinde Gizem Karakaş, Ayasofya ile ilgili çok önemli bir haber yaptı: 3 Haziran tarihinde yapılan Ak Parti MYK toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması konusunda “hassas olunması ve acele edilmemesi”  kaydıyla gerekli araştırmanın yapılması talimatını vermiş.  Ek olarak “Ayasofya, cami olarak turistler tarafından ziyaret edilmeye devam edilebilir. Sultanahmet’te olduğu gibi” diyerek düşündüğü “çözüm” konusunda görüşlerini de açıklamış.

Bilindiği üzere 29 Mayıs’ta, İstanbul’un fethinin 567’inci yıldönümü dolaysıyla düzenlenen törenler çerçevesinde Ayasofya’da Kuran okunması, özellikle Yunanistan’da büyük gürültü koparmıştı. Ama burada sözkonusu olan, bir büyük tarihi olayın anma etkinliği olduğu için, Yunanistan’ın tepkisi, dünya kamuoyundan herhangi bir destek bulmamıştı.

Ama şimdi Ayasofya’nın yeniden cami yapılarak ibadete açılmasının istenmesi ve bunun en yetkili ağız tarafından dillendirilmesi ise farklıdır. Kimin ne diyeceğinden daha önemli olarak tarihe, bugüne ve geleceğe nasıl baktığımız; yani Türkiye’nin çıkarlarıdır söz konusu olan.

Ayasofya’nın anlamı

Ayasofya, 1934 yılında bizzat Atatürk’ün isteğiyle, bütün insanlığın kültür mirası içinde yer alan önemli bir eser olduğu gerekçesiyle cami olmaktan çıkarıldı ve müze yapıldı.

Ayasofya 1500 yıllık bir tarihi eserdir. İmparator Jüstinyen tarafından inşa edildi ve MS 537 yılında kilise olarak ibadete açıldı. İnsanlığın Batı Asya’da mimarlıkta ulaştığı bilgi birikiminin seçkin örneğidir. Veya Mimar Sinan, Ayasofya’da somut ifadesini olan o bilgi birikiminin “çocuğudur” dersek meramımızı daha iyi anlatmış oluruz.

1500 yıldır depremlere ve yüzyılların yıpratıcı etkilerine karşı dimdik ayaktadır. Ayrıca iç süslemeleri açısından bütün dünyanın hayranlığını çeken bir eserdir. Her yıl dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanı kendisine çekmektedir. Sadece 2019 yılında toplam olarak 3 milyon 700 bin kişi tarafından ziyaret edildi.

Atatürk’ün, Ayasofya’yı müze yaparak bütün insanlığın yararlanmasına sunması, doğru ve derin bir tarih bilincinin sonucudur.

Anadolu uygarlığın beşiğidir. Binlerce yıl öncesinde, insan topluluklarının tamamına yakını hala vahşet aşamasındayken, Anadolu’da Göbeklitepe’de bugün hala gizemi tam olarak aydınlatılamamış olan anıtsal kült merkezi inşa edilmiş, bilinen en eski (aynı tarihlere ait) gerçek ebatlarda insan heykeli Urfa’da gün yüzüne çıkarılmıştır. Yaklaşık 8000 kişilik nüfusuyla MÖ 7000’lere tarihlenen ve “neolitik şehir” olarak adlandırılan Çatalhöyük Konya’dadır. Vd.

Anadolu tarihsel olarak bugünkü Irak, Suriye ve İran coğrafyası ile bir bütündür. İnsanlık, tarım ve hayvancılığa burada başladı. İlk yazı burada yazıldı. İlk tekerlek bu topraklarda döndü. İlk devletler burada kuruldu. İlk bakır ve demir cevherleri bu topraklarda işlendi.

Bugün bütün dünyada yaşayan insanların büyük çoğunluğunun geçmişi, merkezinde Anadolu’nun olduğu bu topraklardadır. Onun için tarihimiz, bizim en büyük zenginliğimizdir. Ama bu tarih aynı zamanda bütün insanlığın ortak tarihidir.

Atatürk bu büyük gerçeğin farkındaydı.

Türkiye doğru bir politikayla, tarihe yatırım yaparak, toprak altında hala gün ışığına çıkarılmayı bekleyen eşsiz zenginliklerini ortaya çıkardığı ve bütün insanlığın bilgisine sunduğu vakit, geleceğine en büyük yatırımı yapmış olur.

Sadece bu yatırımla şu andaki turizm gelirlerini 10 kat, 20 kat, 100 kat artırabilir. Ama bundan da önemlisi bu zenginliğin Türkiye ile bütün insanlık arasında yıkılmaz bir köprü inşa etmesidir.

Doğru bir tarih bilinci, büyük insanlık ailesinin bir parçası olarak tarihsel mirasımıza hak ettiği önemi vererek onu bütün dünyanın bilgisine sunmak, bizi “biz” yapar. “Büyük insanlık ailesinin onurlu bir üyesi kılar. Türkiye’nin geleceğine yapılacak en büyük yatırım, genç nesilleri işte bu doğru bir tarih bilinciyle yetiştirmektir.

Ayasofya konusu bundan dolayı önemlidir.

Yanlışa düşmemek

Umarız Hürriyet gazetesinde yer alan bu haber doğru değildir. Veya sayın Erdoğan’a atfen söylenen “Çok iyi araştırılmalı ve hassas olunmalı” sözlerinin gereği yapılır ve “Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak” gibisinden belli çevrelerin bugüne kadar Ortaçağ özlemlerinin bir ifadesi olarak dillendirdikleri anlayış hayata geçirilmez.

Aksi durumda kaybeden Türkiye olur.

 “İster ‘mecburiyetler’ deyin, ister ‘AKP gerçekleri gördü ve gereğini yapmaya başladı’ deyin, Türkiye’nin 2014 sonrasında adım adım Atlantik cephesinden koparak bir dizi olumlu adım atması tarihi önemdedir. 

Ama bir yandan bu olumlu adımlar atılırken öte yandan akıl almaz bazı yanlışlarda ısrar edildiği de bir gerçektir. İktidar, Müslüman Kardeşler’le olan ilişkisinden dolayı Suriye’nin meşru hükümetiyle bugüne kadar işbirliği yapmadı ve bu da PKK’nın ABD desteği ile Fırat’ın doğusunda ülkenin yaklaşık üçte birinde hakim olmasını sağladı.

Gene Türkiye doğru bir adım atarak Libya Hükümeti ile anlaştı. Akdeniz’de ülkemizin deniz sınırlarını dünyaya ilan etti ve arkasında kararlılıkla duruyor. Ama aynı Hükümet, gene Müslüman Kardeşlerle olan ilişkisinden dolayı Arap Dünyasının en önemli ülkesi Mısır’ı bu mücadelede yanına çekemedi, karşı cephenin yanına itti.

Benzer bir yanlış Kırım konusunda ısrarla sürdürülüyor.

Ayasofya konusu işte bu yanlış bakış açısının bir başka cephede kendisini göstermesidir.

Ayasofya’yı cami yapmak sevdası, küçük bir çevreyi memnun edebilir ama Türkiye’yi en başta kendi büyük tarihinden koparır. Büyük insanlık ailesi ile çok önemli bir “ortak bağ”a zarar verilir.

Atatürk’ün Ayasofya’yı neden müze yaptığı üzerinde tekrar tekrar düşünülmelidir. Ve tarihi bir yanlıştan kaçınılmalıdır.