Kamuculuk kazanıyor!

2019 Aralık ayının son günlerinde Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan kentinde başlayan salgında, mutasyona uğramış olan virüsün ne derece tehlikeli olduğu konusunda başlangıçta doğal olarak kimsenin fazla bir bilgisi yoktu. ABD’nin, Çin Halk Cumhuriyeti’ni ve Dünya Sağlık Örgütü’nü şimdi salgının sorumlusu olarak suçlayıp saldırmasının hiçbir haklı tarafı bulunmuyor. Ve şu sorunun kendisine sorulmasını fazlasıyla hak ediyor: Peki madem öyle, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün, hastalığı dünya çapında bir salgın tehdidi (pandemi) olarak ilan ettiğinden sonra bile neden doğru dürüst tedbir almadınız?

Çin ise salgının, Wuhan’daki yayılma hızını gördükten ve büyük bir hızla diğer eyaletlerde görülmeye başlamasından sonra, yeni bir durumla karşı karşıya olduğunu anladı. Bunun sonucunda 23 Ocak 2020’de Wuhan şehir olarak karantinaya alındı. Giriş çıkışlar yasaklandı. Hubei Eyaleti genelinde de aynı şiddette olmasa da karantina tedbirleri uygulandı. Napoli’de konuşan Çinli doktorun deyimiyle “hayat durduruldu.”

Çin Hükümeti, ihtiyaç duyulan bütün kaynakları salgınla mücadeleye ayırmada tereddüt etmedi. Bir buçuk trilyonluk kaynak salgınla mücadelenin emrine verildi. Mevcut hastanelerin ve hastane haline dönüştürülen kamu binalarının yetmemesi üzerine, 10 gün içinde yapımı biten ve hizmete sokulan 1000 kişilik, 1500 kişilik yeni hastaneler devreye sokuldu.

Çin’in diğer bölgelerinden binlerce kişilik sağlık çalışanının Hubei eyaletine gönderilmesi de “Herşey halk için” anlayışının bir başka dışavurumuydu.

Tedbirler Wuhan ile sınırlı kalmadı. Örneğin topu topu 500 civarında vakanın görüldüğü Pekin’de hiçbir yurttaşın maskesiz sokağa çıkmasına izin verilmedi. Çinliler, yetkililer tarafından yapılan uyarılara titiz bir şekilde uydular. Kalabalık yerler kapandı ya da insanlar iki metreden daha fazla birbirlerine yaklaşmamak gerektiği kuralına dikkatle uydular. Çin, kamucu devlet yapılanmasının yanısıra örgütlü toplumun da ne denli büyük avantaj olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Sonuç: Mart başına gelindiğinde salgın ülke çapında ve Wuhan’da kontrol altına alındı. 20 Mart sonrasında ise Çin’in içinden kaynaklanan yeni vaka son derece az. Kayıtlara geçen yeni vakaların tamamına yakını yurtdışı kaynaklı…

Çin, şimdi bütün dünyanın yardımına koşuyor. İtalya ve İran başta olmak üzere ihtiyaç duyulan bütün ülkelere –yüzden fazla ülke – sağlık personeli ve malzemesi gönderdi. Elbette bütün dünyaya yaptığı en büyük yardım; salgını önlemede başarı kazanmasını sağlayan deneyimini herkese göstermesidir.

Ekonomik açıdan duruma bakıldığında ise görülen şudur: Çin iki ay boyunca deyim yerindeyse – tekrarlayalım – “hayatı durdurdu” ve bu da elbette üretimde bir yavaşlama, hatta daralma anlamına geldi. Ama şimdi bütün gücüyle üretim faaliyetine yeniden dönüyor. Salgın açısından şu anda dünyanın en güvenilir ülkesi. Başta ABD, Batının bütün ekonomileri değişen ölçülerde daralarak – küçülerek bu yılı geçirecekler, Çin ise büyümeye devam edecek. Çin ile kendisine en yakın ekonomi arasındaki fark biraz daha açılacak.

Coronavirüs sonrası Çin, ekonomik olarak dünya ekonomisi içinde daha büyük bir paya sahip olacak. Ama buradan hareketle önümüzdeki yüzyılın “Çin yüzyılı” olacağını söylemek doğru değil. Herşeyden önce sosyalist bir ülke olarak Çin’in böyle bir hedefi yok. Çin, bütün ülkelerin karşılıklı yarar temelinde birlikte rol alacakları yeni bir dünya düzeninin peşinde. Önümüzdeki yüzyıl “Bölgesel Birlikler Yüzyılı” olacak. Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği gibi birliklerin üyesi olarak bu yeni dünyadaki yerini alacak.

Türkiye ise ilk elde; Azerbaycan, İran, Irak, Suriye ve Lübnan ile birlikte oluşturacağı Batı Asya Birliği’yle bu Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli aktörlerinden biri olacak.

Önümüzdeki yüzyılın, “Asya Yüzyılı” olacağı da söylenebilir. Çin, Hindistan, Rusya, İran ve Türkiye, bu yüzyılın şekillenmesinde büyük rol oynayacaklar.

Ama hepsinden en önemlisi Çin’in bütün dünya nezdinde elde ettiği büyük prestijdir. Batı’nın serbest piyasa sisteminin karşısında Çin’in kamu ağırlıklı sosyo-ekonomik sistemi.

Buna 1930’ların Kemalist Türkiye’sinin halkçı-devletçi sistemi de diyebiliriz.

Kazananlar, kaybedenler

Salgın bütün dünyaya yayıldıktan sonra değişik ülkelerin verdiği tepkiler önemlidir ve insanlığın nereye geldiğini göstermesi ve bundan sonra ne yapması gerektiği konusunda önemli mesajlar içermektedir. Kapitalist ülkelerin salgına karşı ilk tepkileri, olanaklarını kendilerine saklamak oldu. Avrupa ülkeleri aynı birliğin üyesi oldukları İtalya, İspanya, Bulgaristan gibi ülkelerin yardım taleplerine kulaklarını tıkadılar. Hastalıkla mücadelede kullanılacak tıbbi malzeme ve ilaçların ihracını yasakladılar. Çekoslovakya’nın, Çin tarafından İtalya’ya yardım için gönderilen ilaç ve tıbbi malzemelere el koyduğu ortaya çıktı. ABD ise, Fransa’nın malzemelerine el koydu. Karayip denizindeki İngiliz translantiği, bir başka ibret verici olayın konusu oldu. Yolculardan bazılarında Koronavirüs olduğunun anlaşılması üzerine bölgedeki hiçbir ülke gemiyi kendi limanlarına kabul etmedi. Küba ise kapılarını açtı. Olan bitenlerden sonra Televizyonlar, İtalya’da Avrupa Birliği bayraklarının yakıldığı görüntüleri yayınladılar.

Öte yandan gene televizyonlar Çin, Küba ve Rusya’dan yardım için gelen ekiplerin halk tarafından alkışlanma görüntülerini yayınlıyor. Bir yanda batmakta olan serbest piyasacı, kapitalist Batı dünyası, öte yanda yıldızı parlayan, yükselmekte olan kamucu Doğu.

Felaket anları, büyük krizler vb gibi durumlar insanların gelecekleri hakkında büyük kararlar verdiği zamanlardır. Corona salgını sonrasında hemen hemen bütün çevrelerde aynı tespitler yapılıyor. Kabaca söylenen şudur: ABD, Batı Dünyası kaybetti; Çin kazandı.

Elbette olayı bu şekilde koymak doğru değildir. Tespiti şöyle yapmak gerekiyor: Bireysel çıkarı öne koyan serbest piyasacı Batı sistemi kaybetti; halkın çıkarını öne alan kamucu Doğu sistemi kazandı.

Şimdi bütün insanlık, salgınla birlikte ABD başta olmak üzere İtalya, İspanya benzeri ülkelerde yaşanan çaresizlikleri unutmayacak. Parası olanın yararlanabildiği sağlık sisteminin bütün halkı ilgilendiren felaket anlarında ne denli büyük bir tuzağa dönüştüğünü unutmayacak! Adeta her biri bir morg haline dönüşen huzurevi görüntüleri, Serbest piyasa sisteminin insanlığa ne vadettiğinin resmi oldu.

21. yüzyıl insanının şansı, “Çıkış Yolu”nun da açık seçik göz önünde olmasıdır…