Prometheus, Olimpos’taki Tanrıların gazabını üstüne çekmek pahasına, İda Dağındaki (Efsanenin bir başka anlatımında ateş Güneş’ten alınıyor) ateşi çaldı ve insanoğluna verdi. Bu “dayanışma” cezasız kalmadı. Zeus, Prometheus’u Kaf Dağında bir kayalığa zincirlerle bağladı. Bir kartal, hergün yenilenen ciğerini yedi Prometheus’un…
Bu efsanede en önemli olay “ateş”in kendisi değil, “hayat pahası”na ortaya konulan “dayanışma”dır, yani ateşin çalınmasıdır. Efsane kahramanının insan değil de bir “Titan” olmasının da önemi yok. Önemli olan insanoğlunu ilgilendiren dayanışmadır.
İnsanoğlunu bütün diğer canlılardan ayırdeden en önemli özelliği, ancak bir topluluk içinde varolabileceği yolunda ortaya koyduğu eylemidir ve bunu içgüdüsel olarak değil bilinçli bir şekilde yapmasıdır. Nitekim yaklaşık 500 bin yıldır (kimi araştırmalara göre bir milyon) ateş kullanılıyor. Ama ondan önce de insan, gene yaklaşık en azından bir milyon yıl boyunca sadece alet kullanabilen bir varlık olarak yaşadı. Yani ateş olmadan da bir milyon yıl pekâla var olabildi.
Ama elbette ateşin kullanılmaya başlanması da büyük bir devrimdir. İnsan böylece doğa ile savaşında insan büyük bir “silah” elde etti. Onun için ateşin kullanılmaya başlanması; insanoğlunun tarihinde daha sonraki Neolitik Devrim (insanın tarım ve hayvancılığa başlayarak yerleşik hayata geçmesi), Uygarlık Devrimi (sınıfların ortaya çıkışı, yazının bulunuşu ve devletli yaşama geçiş), MÖ V. yüzyıl ile MS VI. yüzyıllar arasında gerçekleşen Tek Tanrılı Dinler Devrimi, 16. yüzyılla birlikte yaşanan Aydınlanma, ardından gelen Sanayi Devrimi ve nihayet 20. yüzyılla birlikte insanlığın, sınıfsız sömürüsüz bir dünya özlemi yolunda Rus, Türk ve Çin Devrimleri ile birlikte attığı somut adımlar kadar önemlidir.
“Dayanışma” veya Prometheus’un eylemiyle ifade edecek olursak “insanoğlunun geleceği” için kendini feda etmek, bütün bu devrimlerin temel harcı olageldi.
Türkiye’nin eylemi
Koronavirüs salgını ile birlikte insanoğlu, kendisini var eden bu temel özelliğini yeniden hatırladı. Kapitalizmin bireyci ideolojisi ile kendine en fazla yabancılaştırdığı kapitalist ülkelerde bile bunun çok sayıda örneğini gördük.
Çin, Küba, Türkiye ve Rusya, bu salgın döneminde insanlığı var eden bu temel değere uygun hareket ettiler. Burada Türkiye’nin sergilediği davranış üzerinde özel olarak durmakta yarar var.
Türkiye; o 12 000 yıldan bu yana süregelen dayanışma kültürünün en başta gelen sahibi olarak ve özel olarak da Kemalist Devrim’in mirası olan kamucu sağlık sistemi sayesinde, salgına karşı bugüne kadar başarılı bir mücadele verdi. Ama bunun yanısıra dikkat çekici olan, “Salgın”ın daha ilk günlerinde Çin’e yardım elini uzatmasıdır. Burada Çin’in, o yardıma gerçekten ihtiyacının olup olmadığından daha önemli olan, o davranışın taşıdığı anlamdır.
Türkiye, insanoğlunu karakterize eden en temel özelliğin, “dayanışma”nın gereğini yaptı.
Salgının ilerleyen dönemlerinde gene Türkiye, İran, İtalya, İspanya, İngiltere başta olmak üzere çok sayıda başka ülkeye de tıbbi yardım malzemesi gönderdi. Gazeteler 22 Nisan günü Türkiye’nin, 80 ton sağlık malzemesi taşıyan uçağının Londra’ya vardığının haberini verdiler.
23 Nisan gecesi evlerine kapanmak zorunda kalan bütün milletin, tek bir yürek olarak evlerinin balkonlarından Milli Egemenlik Bayramını kutlamaları da Türkiye’nin özgünlüğüdür.
Böylece aynı şekilde davranan kamucu Doğu dünyasının diğer ülkeleriyle birlikte salgına karşı en etkili mücadelenin nasıl verilebileceğinin örnekleri verildi.
Psikolojik savaşın ustaları
Salgın karşısında çok kötü bir sınav veren ABD başta olmak üzere İngiltere ve Fransa ise bir başka ibret verici davranışın sahibi olarak boy gösterdiler. Huylu huyundan vazgeçmezmiş.
Özellikle son yüzyıl içinde emperyalist dünya, yalan üzerine kurulu psikolojik savaş konusunda oldukça uzmanlaştı. İkinci Dünya Savaşında Hitler’in Propaganda Bakanı Göbels tarafından geliştirilen yöntemler, sonraki onyıllarda ABD tarafından daha da ileri götürüldü.
Özellikle 1990 sonrasında Romanya’da, Yugoslavya’da, Irak’ta, Libya’da Suriye’de vd. ülkeler ile ilgili olarak piyasaya sürülen yalanlar hafızalarda hala canlıdır. “Çavuşesku Temeşvar’da beş bin sivili katletmişti! Saddam’da kimyasal silahlar vardı! Kaddafi ve Esad halklarına zulmeden zalimlerdi ve demokrasi düşmanlarıydı” vb. vb.
Şimdi aynı yalanlar Çin’le ilgili olarak piyasaya sürülüyor. Gerçek ölüm rakamlarının gizlendiğinden tutun da, virüsün Wuhan’daki laboratuvarda üretildiği ve Çin tarafından bilinçli olarak yayılmasının sağlandığı, Çin’in salgın sonrası başka ülkelere gönderdiği sağlık malzemelerinin bozuk olduğu ve virüs taşıdığına kadar bir sürü yalan….
Göz önündeki gerçek!
Ama bir gerçek bin yalandan daha güçlüdür. Ve gerçek şu anda bütün dünya milletlerinin gözleri önündedir. Gerçek; Bireysel çıkara dayanan Batı sistemi salgın karşısında çuvallamıştır.
Gerçek; özellikle büyük sorunlarla karşılaşıldığında, akıl ve bilim dışında başka bir “rehber” aramanın beyhudeliği, olanca çıplaklığı ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Gerçek; Çin’in de aralarında olduğu güçlü bir kamucu geleneğe ve yapıya sahip olan doğu sistemleri salgın karşısında başarılı olmuşlardır.
Gerçek; Çin, kendisi salgını alt ettikten sonra bütün dünyanın yardımına koşmaktadır. Küçücük Küba, dünyanın değişik kıtalarındaki çok sayıda ülkenin yanısıra Avrupa’ya da bilmem kaçıncı sağlık ekibini gönderdi.
Gerçek; “Küresel Salgın” benzeri tehditlere karşı toplumların, ancak gerek kendi içlerinde gerekse diğer toplumlarla yaptıkları işbirliği ile karşı koyabildikleri anlaşılmıştır.
Yani “ateş”, şimdi bir kez daha çalınıyor. Prometheus’tan sonra Simurg efsanesiyle insanlık, kurtuluşun kendi ellerinde olduğunu öğrenmişti.İşte Koronavirüs’ün, başta Batı toplumları olmak üzere bütün insanlığa gösterdiği gerçek budur.