Siyasal İslam’ın dört dönemi (24): Diyanet İşleri Başkanlığı Raporu

(Dördüncü Dönem devam)

Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’deki tarikat ve cemaatlerle ilgili bir rapor yayınladı. Fethullah Gülen Cemaatinin devlet içinde yapılanması ve daha sonra 2013 yılından başlayarak iktidarı ele geçirmek amacıyla yaptığı hamleler ve son olarak 15 Temmuz 2016’da kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunması, Devleti: Tarikat ve cemaatlerin potansiyel tehlikesi konusunda uyarmış görünüyor. Nitekim hazırlanan raporda en azından bazı tarikat ve cemaatlerin dış güçler tarafından kullanılma ihtimalinden bahsediliyor, önemli bir ekonomik güce hükmettiklerinin altı çiziliyor ve FETÖ gibi bir tehlike ile yeniden karşılaşılmaması için alınması gereken tedbirler yazılıyor.

Bu doğru tespitlerden sonra Diyanet, “tedbir” olarak tarikatlar ve cemaatlerin yasalaştırılmasını ve böylece devletin denetimi altına alınmalarını öneriyor:

“Devletin öncelikli ele alması gereken tedbir, ülkemizdeki dini hareketlerin şeffaflığını temin edecek yasal çerçeveyi ortaya koymasıdır. Söylemlerindeki gizem, abartı ve kurtuluş garantili motifler sebebiyle halka daha çabuk ulaşabilen her türlü oluşumun belli bir hukuki çerçeve içine alınması, söz konusu oluşumların hem kamu otoritesince denetlenmesi mümkün olacak, hem de bunların kendi kendilerini denetleme (oto-kontrol) mekanizmalarını geliştirecektir. Esasen Osmanlı Devletinin son yıllarında hayata geçirilen Meclis-i Meşayih tecrübesi bu bağlamda incelenmeyi hak etmektedir.”

Diyanet İşleri Başkanlığı, açıkça Türkiye Cumhuriyetini var eden Devrim Yasaları’nın iptal edilmesini istemektedir. 30 Kasım 1925 tarihinde Cumhuriyet Devrimi’nin en önemli kanunlarından biri yayınlandı. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile şeyhlik, dervişlik, seyitlik vb ünvanların kullanılmasının yasaklanmasına dair kanunla, Ortaçağ karanlığına karşı mücadelede büyük bir adım atıldı. Devrim kanunları Anayasa’nın değişemez maddeleri arasında bulunuyor. Diyanet işte şimdi bu “değişemez” maddelerin değişmesini öneriyor.

Olgular, tarikat ve cemaatlerin devrim yasalarına tepki olarak ortaya çıktığı iddiasının gerçeklere dayanmadığını gösteriyor.

Çare “Şeyhler Meclisi” mi?

DİB’nın Osmanlının son yıllarında hayata geçirilen “Meclis-i Meşayih” dediği kurum, “Şeyhler Meclisi”dir. 1866 yılında İstanbul’da bulunan belli başlı Cemaatlerin şeyhlerinin üyesi olduğu bu Meclis, Osmanlı Devleti ile birlikte ortadan kalkmıştır. “Mürit ölü yıkayıcısının önündeki meyyit” gibi olmalıdır anlayışındaki tarikat ve cemaatlerden ülkeye ancak kötülük gelebilirdi ve öyle oldu. Tarikat cemaatin olduğu yerde özgür yurttaş olmaz. Kendisini “ölü yıkayıcısının önündeki meyyit” durumuna düşüren kişi, iradesini başkasına teslim etmiş olan kişidir. Özgür yurttaşın olmadığı yerde ne bağımsız ülke ne de demokrasi olur. Müritler dünyasında sadece Fethullahlar olur.

Nitekim Osmanlı’daki Tarikatların neredeyse tamamı, Kurtuluş Savaşı sırasında Halife Sultan ile birlikte hareket ettiler, Kuvayı Milliye’ye karşı savaştılar.

Diyanet’in “Tarikat ve cemaatler yasal bir statüye kavuşurlarsa tehlike olmaktan çıkarlar” şeklindeki tespiti de doğru değildir. Tarikatların Osmanlı’da yasal olmaları, onların 31 Mart gerici ayaklanmasını örgütlemelerine engel olmadı, Osmanlı Devletinin sağladığı yasallık, bu oluşumların emperyalistlerin emrine girmesini de önlemedi.

Tarikat ve cemaatleri doğuran ve büyüten zemin

Türkiye, Cumhuriyet Devrimiyle birlikte tarikat ve cemaatleri önemli ölçüde etkisiz duruma getirdi. Ve bu sayede çok kısa bir süre içinde ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan Dünya çapında örnek gösterilen büyük bir gelişme gösterdi. Bu gelişme sonucunda yer altına çekilen Ortaçağ kurumları, aynı zamanda önemli ölçüde marjinalleştiler. Tarikat ve Cemaatlerin yeniden bellerini doğrultmaları, Devletin Atlantik kampına dahil olarak laiklik politikasından taviz vermesi ile mümkün olmuştur. Devletin din eğitimini üstlenmesi, ihtiyacın çok üzerinde açılan İmam Hatip Okulları, devlet eliyle bir ruhban sınıfının yaratılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve toplam olarak din hizmetlerine devletin bütçesinden çok büyük bir payın ayrılması, sonuç olarak tarikat ve cemaatlerin ortaya çıkması ve gelişmesi açısından son derece elverişli koşullar yaratmıştır. Türkiye’nin, ABD ile olan bağımlılık ilişkileri derinleştikçe Tarikat ve cemaatler de serpilip büyümüşlerdir.

Diyanet İşleri Başkanlığı da aslında, tarikat ve cemaatlerin 1970 sonrasında geliştiği tespitini yapıyor. 12 Mart Amerikancı Darbesi, bu Cumhuriyet Düşmanı yapılanmalara alanı açtı. Böylece asıl gelişmenin, ABD’nin “Bizim oğlanları”nın 12 Eylül Darbesi’nden sonra yaşandığını görmemiz gerekiyor. Tarikat ve cemaatleri var eden zemin emperyalizme bağımlılıktır.

Nitekim Diyanet’in söz konusu raporunda ele alınan tarikat ve cemaatlerin hemen hepsinin sorumluları, önde gelen isimleri; İmam Hatip Okullarında ve İlahiyat Fakültelerinde okumuşlar, küçümsenmeyecek bir kısmı en azından bir zaman Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak çalışmışlardır.

Kısacası Rapor’da tedbir olarak önerilenler, tedbir olmak bir yana Tarikat ve Cemaatleri ortaya çıkaran zemini daha da güçlendirmek anlamına gelmektedir.

Tedbirler

Türkiye, yeni bir FETÖ faciasıyla karşılaşmak istemiyorsa alınması gereken tedbirler şunlardır:

1. Cumhuriyet Devrimi Kanunları kararlılıkla uygulanmalıdır. “Türkiye Cumhuriyeti, Şeyhler, Dervişler, Müritler ve Mensuplar ülkesi olamaz!” İnsanı özgür yurttaş olarak değil de, “mürit”, “kul” olarak gören yapılanmalara özgürlük olamaz.

2. Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal Atatürk tarafından kararlılıkla uygulanan “İstiklali Tam” ilkesi, her alanda bütünüyle yeniden hayata geçirilmelidir. Emperyalist merkezlerle ilişkisi olan oluşumlar en sert şekilde cezalandırılmalıdır.

3. Devlet eliyle bir ruhban sınıfının yaratılmasına son verilmelidir. İslamiyet’te 14 yüzyıl boyunca bir ruhban sınıfı olmadı. İnananların dini görevlerini yapmaları için bir aracıya ihtiyaçları yoktur. İmamlar, aynı zamanda hayatlarını kazanmak için bir mesleği, bir işi olan vatandaşlar olmalıdır. Cemaat içinden bilgili herhangi bir yurttaş, imamlık görevini yapabilir.

4. Laik devlet, herhangi bir dinin örgütlenmesi, eğitim hizmetlerinin yapılması gibi görevler üstlenemez. Laik devlet, dinler ve mezhepler üstüdür.

Kısacası bütün bu konularda Türkiye yeniden Mustafa Kemal Türkiye’sinin, Cumhuriyet Devrimi yıllarının uygulamalarına dönmelidir. Zamanında uygulanmış ve başarılı sonuçlar alınmış politikalar varken, tarikat ve cemaatlere yasallık gibi tedbirlerden bahsetmek, Türkiye’nin gelecekte yeni 15 Temmuz felaketleriyle karşılaşmasını kaçınılmaz kılar.