İki dava, iki mahkeme salonu

Ergenekon davasında sanık, Ergenekon Hakim ve Savcılarının Yargıtay’da yargılandığı davada ise “Şikayetçi-katılan” olarak bulundum. İki davanın Mahkeme salonlarının manzarası arasında dağlar kadar fark vardı.

Bu açıdan yapılacak basit bir kıyaslama ibret verici derslerle doludur.

Haklı-haksız, doğru-yanlış, ümit-ümitsizlik, adalet-adaletsizlik, başı dik-onurlu yaşam ile zillet içinde ömür tüketme gibi kavramların, iki mahkeme salonunun görüntüleri ile ete kemiğe büründüğünü gördüm.

Ergenekon Hâkim ve Savcılarının yargılandığı dava

Zamanında yandaş basında “Yüzyılın Davası” olarak manşetlere taşınan Ergenekon Davası’nda görev yapan Hâkim ve Savcılar, bugünlerde “görevi kötüye kullanmak” suçundan Yargıtay 8. Ceza Dairesinde yargılanıyorlar.

Duruşmalar, olanakları daha uygun olduğu için Bölge İstinaf Mahkemesi’nin konferans salonunda yapılıyor. Ankara Bölge İstinaf Mahkemesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin giriş kapısının karşısında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın arka tarafında bulunuyor.

Kızılay’dan metro, belediye otobüsü veya dolmuş ile rahatlıkla duruşmayı izlemeye gidebilirsiniz. Yaklaşık 15 dakika mesafededir.

Tutuklu sanıklar Hasan Hüseyin Özese, Hüsnü Çalmuk, Fatih Mehmet Uslu, Mehmet Ali Pekgüzel ve Bora Ballı bulundukları cezaevlerinden video konferans yoluyla duruşmalara katıldılar. (Sedat Sami Haşıloğlu ve bir sanık daha, firardalar, muhtemelen yurtdışındalar.)

Mahkeme salonuna rahatlıkla gitme olanağı olmasına rağmen salonda sanık

yakınlarından, tutuksuz sanık Ercan Fırat’ın eşi dışında hiç kimse bulunmadı.

Sanık avukatları sandalyelerinde sadece bir genç avukat vardı. Kocaeli cezaevinde tutuklu olarak bulunan sanık Hüsnü Çalmuk, Baro tarafından kendisini savunması için görevlendirilen Avukatın değiştirilmesini ve gene Baro’dan yeni bir avukat tayin edilmesini istedi.

Duruşmaların yapıldığı ilk hafta Ergenekon davasında yargılananlar ve onların avukatlarından oluşan ve günlük olarak değişen, ortalama 20 – 25 kişilik bir topluluk şikayetçi olarak bulundu.

Yani sanıklar bile duruşmaya, kendilerini savunmak için gelmek istemiyor. Sanıkların en yakınları – eşleri, çocukları, kardeşleri vb – mahkemeyi takip etmiyor, anlaşılan orada sanık yakınları olarak görünmek istemediler ve sanıkları savunacak avukatlar da yok.

Ergenekon Davası

Şimdi de, bu eski Hâkim ve Savcıların görev yaptıkları Ergenekon Davası duruşmalarındaki manzaraya bir göz atalım.

Ergenekon Davası’nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, duruşmaları, İstanbul’un 100 km dışında bulunan Silivri Ceza İnfaz Kurumlarının içinde bulunan salonda yaptı.

İzleyiciler için ayrılan yaklaşık 200 kişilik sıralar beş yıl süren yargılama boyunca hep dolu oldu. Sanıklarla hiçbir akrabalık bağı olmayan çok sayıda yurttaş da yargılananlara destek olmak amacıyla duruşmaları izlemek istediği için, Mahkeme, sanık yakınlarına öncelik tanımak zorunda kaldı.

Mahkeme sürecinin önemli günlerinde ise defalarca onbinlerce ve iki sefer de 100 binin üzerinde yurttaş yurdun dört bir yanından Silivri’ye akın etti. Karar duruşmasının olduğu 5 Ağustos 2013 tarihinde ise iktidar adeta Türkiye çapında sıkıyönetim ilan etti. İllerden otobüslerin kalkması zorla engellendi. Tekirdağ ve çevresi uçuşa yasak bölge ilan edildi. Bütün bu önlemlere rağmen o gün 20 bin yurttaş bütün engelleri aşarak Silivri’ye geldi.

Ergenekon duruşmalarında yargılanan yurtseverler, bütün milletin arkalarında olduğunu her an his ettiler, gördüler.

Avukatlar için ayrılan sıralar da her zaman doluydu. Hatta bazı duruşmalarda oturacak yer bulamayan avukatlar, basın mensuplarına ayrılan yerlerde oturmak zorunda kaldılar.

Silivri’de yargılanan yurtseverler bütün duruşmalara katıldılar. Tam tersine Mahkeme heyeti sık sık çok sayıda sanığı duruşma salonundan attı. Doğu Perinçek başta birçok sanığa duruşmalara katılmama “cezası” verdi.

İbreti âlem farkın nedeni

Bu iki mahkeme salonu arasındaki fark, emperyalist saldırıya karşı vatanlarını savunan yurtseverler ile emperyalist senaryolarda rol alarak vatanlarına karşı savaşanlar arasındaki farktır.

Ergenekon davasında yargılananların yakınları; eşlerinden, babalarından, kardeşlerinden, akrabalarından gurur duydular. Her yerde göğüslerini gere gere söylediler. Türkiye’nin dört yanından yurttaşlar dayanışma için ellerinden geleni yaptılar.

Silivri Cezaevinin giriş kapısının hemen dışında 2011 yılı Eylül ayında kurulan dayanışma çadırları yurtseverlerin tahliye olduğu Mart 2014 tarihine kadar nöbet tutmaya gelen yurttaşlar tarafından bir an bile boş bırakılmadı. Çadırların giderleri yurttaşların bağışlarıyla karşılandı.

Ergenekon davasında sanıkları savunan avukatların önemli bir kısmı, görevlerini bir kuruş para almadan, hatta duruşmalara gelip gitmek için gereken harcamaları ceplerinden karşılayarak yaptılar.

Ergenekon Hakim ve Savcıları ise bugün en yakınları tarafından bile yalnız bırakılmış durumdalar. Kendilerini savunacak avukat bulamıyorlar

Vatanlarını ve milletlerini savunanlar tarihte ve dünyanın her yerinde başı dik, onurlu ve ümit dolu yaşadılar. Halk her zaman ve her koşulda bağrına bastı onları.

Ergenekon Hakim ve Savcılarının Yargıtay 8. Ceza Dairesinde yargılamalarında görülen manzaralar istisnai değildir. Hemen hemen bütün FETÖ davalarında benzer bir durum vardır.

Kaderlerini ABD emperyalizmi ile birleştirenlerin “Bu dünyada yatacak yerleri yok!”

30 Kasım 2018