Sosyalistlerin birliği (2)

1970’LERDEKİ BÖLÜNME

Ama 1960’ların sonlarında başlayan bölünme, MDD – SD ayrışmasıyla kalmadı. 1969’dan başlayarak Sosyalist Sol, hem MDD, hm de SD’ciler arasında olmak üzere tekrar tekrar deyim yerindeyse amip gibi bölünmeye başladı. 1970’li yıllar bu şekilde devam etti. 1978 – 79 yıllarına gelindiğinde toplam olarak 60’ın üzerinde parti ve örgüt çıktı ortaya. Sol içinde, ilk başta fikir ayrılıkları şeklinde ortaya çıkan tartışmalar, bir müddet sonra şiddet yöntemlerinin devreye girdiği ve çok sayıda devrimcinin (yaklaşık 300 kadar) sol içi çatışmalarda hayatını kaybettiği akıl almaz bir noktaya savruldu.

           Bu bölünme sağlıklı değildi. En ufak bir fikir ayrılığının bile yeni bir örgütün kurulmasıyla sonuçlandığı bir bölünme furyası normal olamazdı. Elbette bu sağlıksız bölünme sadece, devrimci bir örgütte yer alanların A’dan Z’ye kadar her konuda aynı fikirde olmaları gibi yanlış bir anlayışın sosyalistler arasında hakim hale gelmesiyle açıklanamaz. Yaşanan bölünmede, istihbarat servislerinin de önemli bir pay sahibi olduğu tartışma götürmez.

DÜNYADA ESEN RÜZGÂR

1960 ve 70’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de; yaşanan gelişmelerin de etkisiyle bir sosyalizm rüzgârı esiyordu ve bu durum aydınlar ve gençlik başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerini etkilemeye başlamıştı. Sosyalist Sovyetler Birliği’nin büyük katkısıyla faşizmin yenilgiye uğratılması, Doğu Avrupa ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde gerçekleşen devrimlerin ardından dünyanın üçte birinde sosyalistlerin iktidar olması, Küba Devrimi, Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi, Asya ve Afrika’da sömürgelerin birbiri peşi sıra bağımsızlıklarını kazanmaları, Afrika’daki son sömürgelerin (Angola, Mozambik ve Gine Bissau) Portekiz sömürgeciliğine ve nihayet Hindiçini halklarının Amerikan emperyalizmine karşı zafere ilerleyen mücadelesi, Türkiye’de sola, sosyalizme olan yönelimi büyüttü. 1970’lerin sonlarına gelindiğinde Türkiye’de çeşitli sosyalist örgütler içindeki örgütlü devrimci sayısı yaklaşık 500 bin kadardı. Toplam nüfusun 40 milyonun biraz üzerinde olduğunu düşünürsek rakamın büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz. Ama bu büyük potansiyel, bölünmeler ve kışkırtılan sol içi çatışmalarla heba edildi. 12 Eylül Amerikancı darbesi ise bölünmüş sol örgütlerin önemli bir kısmını bellerini bir daha doğrultamayacakları şekilde ezdi.

            Sosyalist soldaki bölünme ve sol örgütler arasında sağlıklı olmayan mücadele, bir müddet sonra söz konusu örgütleri hayattan ve halktan kopardı. Toplumla ve dış dünyayla, ülke siyasetiyle çok ilişkisi olmayan kendi küçük dünyalarında yaşayan veya dünyayı kendi küçük dünyalarından ibaret gören yapılanmalar haline dönüştü sosyalist örgütlerin büyük çoğunluğu.

            Sosyalist örgütler içinde sadece Aydınlık geleneği bütün hata ve eksikliklerine rağmen diğer sol örgütlerin içine girdikleri kısır döngünün dışına çıkabildi. Aydınlıkçılar, kendi dar dünyalarının dışına çıkarak sorunlara ülke düzleminde bakabildiler, ürettikleri politikalar ve verdikleri mücadeleler ile ülkenin siyasal yelpazesi içinde bir kutup haline gelmeyi başardılar. Gerek ulusal sorunlarda aldıkları doğru tavırlar, gerekse halkın karşı karşıya olduğu sorunlara ürettikleri çözümler ile yıllar içinde örgütlerini adım adım büyüttüler. 2000’li yıllara gelindiğinde İşçi Partisi, 50 bin kişiyi aşan üye sayısına ulaşmıştı. 2010’lu yılların ortalarında Türkiye tarihinde ilk defa bir sosyalist parti, bütün illerde örgütlü hale gelmişti. Parti’nin 2017 yılında yapılan son kongresine 81 ilden delegeler katılmıştı.

            Ama Aydınlık geleneği açısından belirteceğimiz bu olumluluk, 2014 yılında Silivri duvarlarının büyük mücadeleler sonucunda yıkılmasından başlayarak adım adım tersine döndü. 2018 sonrasında hızlanan çözülme ve dağılma sonrasında eski durumuyla ilgisi olmayan bir noktaya savruldu. Parti içinde bu gidişi benimsemeyen üyelerin önemli bir kısmı doğal olarak Partiden koptular. Son olarak 2021 yılı başında toplu olarak Parti’den ayrılanlar ise Sosyalist Cumhuriyet Partisi olarak yollarına devam ediyorlar.

            Vatan Partisi’nin son sekiz yıl içinde içine girdiği süreç ve sonunda deyim yerindeyse intihar etmesi sosyalist solda bir boşluk yarattı. Doğa boşluk kabul etmez. Aydınlık geleneğinin 1980’lerin sonlarından itibaren tuttuğu köşeyi boşaltması üzerine ortaya çıkan durum, diğer sol örgütleri canlandırmış durumda. Son olarak kendisini sosyalist olarak tanımlayan beş partinin seçime katılmak için gerekli olan örgütlenmeyi gerçekleştirmiş olması (Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin Eylül 2022’de seçime katılmak için gerekli 41 ilde örgütlenmeyi tamamlamasıyla bu satı altı olacak) ve bütün bu Partilerin üye sayısında görülen artış, bu canlanmaya örnek olarak alınabilir. Bununla birlikte belirlenmesi gereken önemli gerçek, bu partilerden hiçbirisinin kendi başına Türkiye siyaseti içinde gelişmelere yön verebilecek ağırlığa sahip olmadığıdır. Söz konusu partilerden ikisini; – TİP ve EMEP – HDP ile birlikte hareket edeceklerini açıkladıkları için, bu tavırlarını sürdürdükleri müddetçe, doğal olarak “sosyalistlerin birliği” ya da sistem içinde mevcut ittifaklar dışında bir Türkiye İttifakı oluşturma konusu ile ilgili olarak düşünmemek gerekiyor.

Gelişmelerin çok hızlandığı önümüzdeki birkaç yıl içinde Türkiye’nin geleceği ile ilgili çok önemli gelişmelerin yaşanacağı belli olmaktadır.  Dolaysıyla sosyalistlerin bugün üzerinde düşünmeleri gereken büyük gerçek, gelişmelere müdahale edebilmelerini sağlayacak kuvveti nasıl yaratacaklarıdır. Kısa vadede böyle bir gücü yaratmak ise 1970’lerin tersi bir gelişmeyi, yani birleşmeyi başarıp başarmayacaklarına bağlıdır.