Abdülhamitçi dış politikanın iflası

NATO’nun Madrid Zirvesi’nde Türkiye, İsveç ve Finlandiya dışişleri bakanları bir araya geldi. Son aylarda tartışma konusu olan iki ülkenin NATO üyeliğini ve Türkiye’nin itirazlarını görüştüler. Görüşme sonrasında 10 maddelik bir ortak bildiri yayınlandı. Altında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto’nun ve İsveç Krallığı Dışişleri Bakanı Ann Linde’nin imzalarının bulunduğu 10 maddelik ortak bildirinin son maddesi aynen şöyle:

            “10. Türkiye, NATO’nun açık kapı politikasına uzun zamandır devam eden desteğini teyit eder ve Madrid Zirvesi’nde Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olmak üzere davet edilmelerine desteğini ifade eder.”

            Bildiriyi bu şekilde bağladıktan sonra önceki dokuz maddede, Türkiye’nin güvenlik endişeleri, PKK, PYD ve YPG terör örgütleri konusunda söylenenler, bu konuda Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınacağı türünden bütün yazılıp çizilenler, eskilerin deyimiyle “keenlemyekun”dur yani yok hükmündedir.

ALGI OPERASYONU

“Yok hükmündedir” çünkü bu iki devletin, ABD başta olmak üzere NATO üyesi büyük devletlerin PKK’ya verdikleri desteğin yanında esamileri okunmaz.

            ABD 2015 yılından bu yana her yıl, Senatosunun kararıyla PKK’ya 500 -600 milyon dolar para yardımı yapıyor. Irak’tan Suriye’deki PKK koluna aktarılan silah yüklü TIR’ların artık hesabı tutulmuyor. Suriye’de Fırat’ın doğusunda bulunan 15 kadar ABD üssünün temel görevi, burada PKK’ya bir devlet kurdurmak vb. vb.

            Bu gerçekler orta yerde duruyorken ve AKP iktidarı, zaman zaman bazı sızlanmalar dışında ABD’nin bu açık terör destekçiliğine ses çıkarmazken, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine bugüne kadar yapılan itirazların hiçbir samimiyetinin olmadığı şeklinde daha belirttiğimiz görüşlerin haklılığı Madrid Zirvesi’ndeki kararlarla kanıtlanmıştır.

            Tamamen iç politikaya yönelik bir algı operasyonu ile karşı karşıyayız. Şimdi ilk dokuz maddeyi öne sürerek demektedirler ki “Bakınız İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine muhalefet ederek bu iki ülkenin PKK konusunda açık tavır almalarını sağladık!”

            Peki ABD’nin ve NATO’nun PKK’ya vermiş olduğu destek bitmiş mi oluyor? Hayır. İsveç ve Finlandiya’nın PKK’ya verdiği destek, sağladıkları olanaklar, NATO’nun bir bütün olarak bu terör örgütüne verdiği desteğin binde biri bile değildir.

            Binde 999 destek olduğu gibi yerinde duruyor!…

RUSYA’YA DÜŞMANLIĞIN BEDELİ

Mesele, sadece kendisi gerçekte dünyanın en büyük terör örgütü olan NATO’nun PKK’ya verdiği destekten ibaret değildir.

            AKP iktidarı, Madrid Zirvesi’nde aldığı tavırla, ABD’nin liderlik ettiği Batılı koalisyonun Rusya düşmanı konvoyuna katılmıştır.

            İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, ABD’nin Rusya’yı kuşatma hedefinde önemli bir adım atmasından başka bir anlama gelmiyor. Türkiye böylece, Ukrayna krizinde izlediği ülke çıkarına uygun nispeten akılcı politikayı da terk etmiş durumdadır.

            Suriye’de, Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de, Karadeniz’de ve Kafkasya’da bugüne kadar Rusya ile iyi ilişkiler sonucunda ulusal çıkarlarını savunabilen, bu konuda bazı olumlu ilerlemeler kaydedebilen Türkiye’nin, şimdi Madrid Zirvesi’nde Rusya’yı “direkt tehdit” olarak kabul eden kararın altına imza attıktan sonra aynı konumunu muhafaza etmesinin zor olacağı açıktır.

            Türkiye, Astana sürecinde Rusya ve İran’la birlikte hareket etti. Sonuç, Suriye’nin kuzeyinde terör koridorunun kesilmesi ve IŞİD belasının Türkiye’nin katkısıyla bertaraf edilmesi oldu.

            ABD ve NATO, bütün bu mücadelelerde Türkiye’nin yanında değil karşısındaydı.

            Bütün bu gerçekler orta yerde duruyorken, AKP Hükümetinin şimdi ABD’nin istekleri doğrultusunda Rusya düşmanı koroya katılmasının Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla en ufak bir ilgisi yoktur.

MİLLİ GÜVENLİK SORUNU

Bütün bu olup bitenleri normal akıl ölçüleri ve Türkiye’nin en hayati çıkarları açısından bakıldığında izah edebilme olanağı yoktur.

            Ama 20 yıllık iktidarın sonunda ülke, Cumhuriyet tarihinin en ağır krizinin içine yuvarlanmışsa,

            Kaybedilen kitle desteğini telafi etmek için 10 yıl gibi bir süre içinde ülke nüfusunun yüzde 10’a kadar bir sığınmacı ülkeye kabul edilmiş ve son hızla bunlara vatandaşlık verilemeye başlanmışsa,

            Böylece gerçekte ülkenin altına bir dinamit yerleştirilmişse,

            Toplumdaki kutuplaşma çok tehlikeli boyutlara bizzat iktidar tarafından tırmandırılmışsa,

            Ülke kaynakları Ortaçağ’ın ihyasına harcanıyor ve ülke bir tarikatlar koalisyonuna teslim edilmişse;

            Ve bütün bunlarla birlikte iktidarı ellerinde tutanaklar işbaşına geldikleri günlerden beri, kamu kaynaklarını yağmalamadan yasadışı ilişkilere kadar akla gelebilecek hemen her konuda yaptıklarıyla düşmanların eline çok önemi kozlar vermişlerse;

            İşte o zaman Madrid zirvesinde alınan ve ülke çıkarlarına tamamen zıt kararların altına imzalar atılır.

            Madrid Zirvesi Abdülhamitçi dış politikanın iflas ettiğini gösteriyor. Büyük devletleri birbirine karşı kullanabileceğini zanneden aklıeveller gün gelir, yüzyıl öncesinde olduğu gibi vatanı ölüm kalım sorunu ile karşı karşıya bırakırlar.

            Kısacası bu durum, AKP iktidarının işbaşında kalmaya devam etmesinin Türkiye açısından her geçen gün ağırlaşan bir milli güvenlik sorunu olduğunu gösteriyor.