Altyapı tamamlandı mı yıkıldı mı?

Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hemen bütün AKP sözcüleri, konuşmalarında sık sık kendi iktidarları döneminde ekonominin alt yapısının tamamlandığını söyleyip daha sonra da ne kadar otoyol, köprü, tünel, havaalanı vb yaptıklarını rakamlarla sayıp dökmekten büyük bir mutluluk duyuyorlar.

Gerçekten öyle midir?

AKP iktidarı döneminde Türkiye ekonomisinin alt yapısı tamamlandı mı yoksa bütünüyle yıkıldı mı?

Günümüzde yaşadığımız ekonomik krizin nedenlerini anlamamıza yardımcı olacak kritik soru budur.

Altyapıdan neyi anlamak gerekir

Bir ekonomide altyapının sağlıklı bir şekilde kurulması demek, o ekonominin sağlam temeller üzerinde inşa edilmesinde en önemli adımların atılması demektir. 

Türkiye ekonomisini bugün karakterize eden en önemli özellik ise kendi ayakları üzerinde duramamasıdır. Batıdan esen rüzgarlar karşısında kuru yapraklar gibi savrulan bir ekonominin sağlam temeller üzerinde oturduğundan söz edilemez.

Bir ülkenin altyapısının sağlam olmasından yol ve köprüleri anlamak son derece sığ ve o kadar da yanlış bir anlayıştır.

Buradan “yol ve köprüler önemsizdir” gibi bir sonuç çıkarmamak lazım ama yol ve köprüyü alt yapının esası olarak görmek doğru değildir.

Sanayinizin ihtiyaç duyduğu ara mallarını esas olarak ithal ediyorsunuz. Limanlarınıza hergün dünyanın dört bir tarafından, buğdaydan mercimeğe her türlü tarım ürünlerini taşıyan gemiler yaklaşıyor. O çok övündüğünüz yollarınızda başka ülkelerin fabrikalarında üretilen ya da topraklarında yetişen ürünler taşınıyor. Milli paranız iç piyasada egemenliğini kaybetmiş!…

Ve siz ekonominin alt yapısının tamamlandığından söz ediyorsunuz!

Evet, yol, köprü, liman, havaalanı vb. önemlidir ama bunlardan daha da önemli olan, bütün bu olanakları kimin kullandığıdır.

Türkiye ekonomisini başka ülkelerin ekonomilerinin açık pazarı haline getirdiğiniz zaman o bahsettiğiniz alt yapı yatırımları, gerçekte sizin ekonominizin değil başka ekonomilere hizmet eden araçlar haline gelir.

Kendi kendine yeten yedi ülkeden biri

1980’ler öncesinde zamanın başbakanlarından sayın Süleyman Demirel, Türkiye ekonomisi ile ilgili olarak sık sık, “Dünyada kendi kendine yeten yedi ekonomiden biriyiz” derdi.

Haklıydı. Türkiye ekonomisi özellikle 1930’lu yıllarda uygulanan halkçı devletçi ekonomi politikası sayesinde sanayide ve tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri haline gelmişti.

1980’li yıllarla birlikte Türkiye ekonomisini Dünya ekonomileri ile bütünleştirme programı ile işbaşına gelen Özal, Türkiye’nin milli ekonomisinin adım adım tasfiyesine yol açan özelleştirme programını yürürlüğe soktu.

Özelleştirme programı Özal sonrası iktidarlar tarafından da sürdürüldü. Ama özelleştirmeler konusunda kimse AKP’nin eline su dökemez.

AKP’nin en büyük icraatı, 20 yılda Türkiye’nin kendisine ait olan neyi varsa hepsini satmasıdır. Bilindiği üzere son olarak Aselsan gibi milli savunma sanayisi açısından hayati önem taşıyan kuruluşların Katar ve diğer körfez emirliklerine satışı gündemde.

Ülkenin telekomünikasyon sistemi yabancılara satılmış,

Sümerbank fabrikaları, şeker, tekel, çimento, demirçelik, petrokimya, seka vb. vb. fabrikaları elden çıkarılmış,

Köyler boşaltılmış, tarım ürünleri ithal eder duruma düşülmüş… Daha yarım yüzyıl öncesinde bütün bölgeye canlı hayvan ihraç eden ülke, Latin Amerikalardan canlı hayvan ithal eder hale düşürülmüş…

Ve bütün bu icraatların sorumluları Türkiye ekonomisinin alt yapı sorununu çözdüklerini söylüyorlar.

Gülerler adama!