Son günlerde Marmara Denizi’nin neredeyse bütün kıyılarını etkisi altına alan deniz salyası (müsilaj) olayı, gerçekte kapitalist sistemin elinde can çekişmekte olan doğadan yükselen bir imdat çığlığıdır.
Olumsuzluk sadece yayılan kokudan dolayı insanların deniz kenarında durmasının zorlaşmasından ibaret değildir. En büyük zararı balıkçılık ve turizm sektörleri görmektedir. Daha da ötesi, balıklar başta olmak üzere bir çok deniz canlısının yaşam alanı yok olmaktadır.
Ama, asıl yaşam alanı yok olan, insandır.
Deniz salyası nedir?
Müsilaj (deniz salyası), deniz suyu sıcaklığının yükselmesi ve buna bağlı olarak artan bakteriler tarafından oluşturulur. Fakat müsilaj oluşumu, sadece deniz suyu sıcaklığının yükselmesinin sonucu değildir. Evsel, tarımsal ve endüstriyel atıklar, tam olarak arıtılmadan sulara verildiğinde nitrat, fosfat gibi maddeler birikir ve bu durumda “deniz salyası” olarak nitelendirilen alglerin (su yosunlarının) ve bakterilerin çoğalmasına yol açar.
Deniz suyundaki ısınma, küresel ısınmanın bir sonucudur. İnsanlık, küresel ısınmaya yol açan sorunlara elbirliğiyle dünya ölçeğinde bir çözüm bulmadığı sürece, üzerinde yaşayabileceği bir gezegenin kalıp kalmayacağı gibi bir durumla çok geçmeden yüzyüze gelecektir.
Bilim adamlarının yarım yüzyıldır döne döne dikkat çektikleri bu tehlike, “gözle görülür”, “elle tutulur” durumdadır.
Öte yandan Marmara’daki durumu daha da vahimleştiren özel durum, dört bir yandan Marmara’yı durmadan kirleten, evsel, tarımsal ve endüstriyel atıklardır.
Ciddi kamucu tedbirler almadan bu açıdan yaşanan olumsuzlukları da önlemek mümkün değildir.
Kısacası hem dünya ölçeğinde yaşanan küresel ısınmaya, hem de Marmara örneğinde görüldüğü gibi, tek tek her bir ülkede yaşanan olumsuzluklara, kapitalizmin neo liberal piyasa sistemi içinde bulunacak bir çare yoktur.
Küresel ısınmayı önlemek için gereken yatırımları yapacak bir kapitalist tekel yoktur. Çünkü bu yatırımlarda “kâr” yoktur. Bilindiği üzere Kapitalist özel girişimciliğin “amentüsü”, kârı azamileştirmektir.
Piyasa sisteminin vahşi rekabet ortamı, kapitalisti; maliyetleri artıracak yatırımları yapmaktan kaçınmaya yöneltir. Marmara’nın temizliği için ayrılacak kaynaklar, tek tek kapitalistler açısından bakıldığında verimsizdir.
Onun için dünyamızın geleceği kapitalist sistemin vahşi hırslarına kurban edilemez.
Çığlıklar her yerden
Marmara Denizi kıyılarındaki görüntüler, Türkiye’nin ve bütün insanlığın kulak vermesi gereken imdat çığlığıdır.
Çığlık sadece Marmara denizinden yükselmiyor. Gazetelerde ve haber sitelerinde tamamen kurumuş olan Büyük Menderes nehrinin görüntüleri yayınlandı.
Neredeyse her yıl, Anadolu’da tamamen kuruyan yeni göllerin haberlerini okuyoruz.
Suruç ovasında bundan 30 yıl önce 30 metreden çıkan su, şimdi 130 – 150 metreden ancak çıkabiliyor. O da derde derman değil.
Bu tür sorunlarla karşı karşıya olan sadece Türkiye değil. Kutuplardaki buzullar hızla eriyor, denizlerin seviyesi yükseliyor. Dünyanın kimi bölgeleri aşırı sıcaklardan kavrulurken, kimi bölgeleri alışılmadık atmosfer olaylarına sahne oluyor.
Ölen sadece Marmara Denizi değil. Araştırmalar, Akdeniz gibi çok daha büyük denizlerin de hızla kirlendiğini gösteriyor.
Dayatan çözüm
İnsanlık yaşamsal bir tercih ile karşı karşıya gelmiş bulunuyor:
Kapitalizmin bireysel kârı esas alan sisteminde ısrar edip toptan yok olmak mı; yoksa halkçı devletçi sistemin büyük kamusal projelerini uygulayarak doğayı, daha doğrusu kendi geleceğini kurtarmak mı?
Kapitalizmin Neo-liberal piyasa sistemi; insanlığın da doğanın da en büyük düşmanıdır.
İnsanlığın önündeki yaşamsal tercih; hangi sistemle yoluna devam edeceğidir.
Marmara kıyılarındaki deniz salyası görüntülerinin bize hatırlattığı büyük gerçek budur.