Tayyip Erdoğan’ın AKP 9. Kongresinde açıkladığı dış politika, gerçekte Türkiye’nin son yıllardaki izlediği politikanın bir özeti gibidir.
“Türkiye… olarak bizim ne Doğu’ya ne de Batı’ya sırtımızı dönme lüksümüz yoktur. Birbirleriyle rekabet hatta gerilim halinde olan ülkelerle aynı anda dengeli, tutarlı ve uzun vadeli işbirlikleri geliştirmenin kolay olmadığını elbette biliyoruz. Ancak Türkiye, hem coğrafi konumu, hem ekonomik çıkarları hem de kuşatıcı bir dış politika vizyonuyla, bunu başaracak güce ve vizyona sahiptir.”
Kulağa hoş gelen sözler! Peki bu sözlerin gerçeklik dünyasında bir karşılığı var mı?
Sorunun doğru cevabını bulmak için Türkiye’nin, bu bakış açısıyla son yıllarda dış politika alanında neler yaptığına bakmak gerekiyor.
Neler yaşandı?
Türkiye Suriye’de, Astana görüşmeleri çerçevesinde esas olarak Rusya ve İran’la ve dolaylı olarak da Suriye Hükümeti ile birlikte hareket etti.
Ama bununla birlikte bir yandan da Suriye’nin meşru Hükümetine karşı hasmane politikasını sürdürdü, “Katil Esed” söylemine devam etti.
Füzelerle Nisan 2017’de Şam’ı vuran ABD’yi haklı buldu ve “devamı gelmeli” dedi.
Kafkasya’da Rusya ile birlikte hareket edildi. Dağlık Karabağ ve işgal altındaki Azeri toprakları kurtarıldı. Ama tam da aynı günlerde Türkiye, Karadeniz’de Rusya’yı hedef alan NATO tatbikatına katıldı.
Kuzey Irak’ta Barzani’nin bağımsızlık referandumu sırasında Türkiye, İran ve Irak birlikte hareket etti. ABD Türkiye’nin karşısındaydı Rusya ise yanında…
Kırım sorununda ise Türkiye ABD ve Ukrayna’nın yanında, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiğini ve bu ilhakı tanımadığını söylüyor. Ukrayna ve Rusya; Kırım ve Donbas sorunundan dolayı askeri olarak karşı karşıya gelmiş durumda. Türkiye Ukrayna ile askeri ilişkilerini geliştiriyor.
Türkiye, Rusya’dan S 400 füzelerini aldı. Denemesini yaptı ama savunma sisteminin bir parçası olarak henüz aktive etmedi. Bu arada Milli Savunma Bakanı S 400 konusunda “Girit Modeli”nin uygulanabileceğini söyledi.
Örnekler çoğaltılabilir.
Avrupa Birliğiyle ilişkiler
25–26 Mart günlerinde Avrupa Birliği liderler zirvesi toplandı. Zirve sonrası yapılan açıklamada “Türkiye’ye; “uluslararası hukuka aykırı yeni provokasyonlardan ve tek taraflı adımlardan kaçınması çağrısı yapıyoruz” denildi. Çağrıya, Türkiye’nin aksi hareket etmesi durumunda yaptırımlar uygulanacağı tehdidi de eklendi.
Kısacası AB liderleri Türkiye’nin Mavi Vatan’ına sahip çıkma yolunda attığı adımları “provokasyon” olarak niteliyor. Araştırma gemisinin Antalya limanına çekilmesini alkışlıyor, ve eğer gemi bir daha Antalya körfezinden çıkarsa “olumlu giden süreç duracaktır” diyor.
Dışişleri Bakanlığı ise AB liderlerinin bu açık tahdidini görmezden geldi ve sonuç bildirgesini, “”Türkiye – AB ilişkilerini olumlu gündem temelinde ilerletme konusunda Raporla ortaya konan çabayı ve zirve bildirisine yansıtılmaya çalışılan söylemi memnuniyetle karşılıyoruz” dedi.
Fırsat ve tehlike
Bu tablo Türkiye’nin dış politikasında bir tutarlılığın olmadığını göstermektedir.
ABD’nin bir süper güç olarak yaşadığı sorunlar, hegemon güç olarak devrinin sona ermekte olması ve kendi içinde yaşadığı problemler biliniyor. Buna karşılık gelişmekte olan dünyanın ayağa kalkması, Çin’in dünyanın en büyük ekonomik gücü olması ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün askeri güç olarak ABD’yi dengelemesi ve geriletmesi, Türkiye için uluslararası koşulları son derece elverişli kılmıştır.
Türkiye gibi jeostratejik konumu itibariyle belki de bugün dünyanın en önemli bölgesinde olan bir ülkeyi kendi yanına çekmek – tutmak için iki taraf da büyük çaba gösteriyor. Bu durumun Türkiye’ye bir hareket alanı yarattığı da bir gerçek…
Ankara’daki dış politika yapıcıları bu elverişli durumu kendi başarıları olarak görmek gibi bir yanılgı içindedirler. Bu yanılgı sonuç olarak o elverişli durumun da değerlendirilememesi gibi bir tehlikeyi içinde barındırıyor.
Konjonktürel durumun yarattığı artıları dış politika başarısı olarak görmek, hele hele ABD’ye karşı Rusya’yı, Rusya’ya karşı da ABD’yi kullanabileceğini sanan bir dış politikanın sonu hüsrandan başka bir şey olamaz.
Türkiye’nin dış politikada da “devlet aklı”na, bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.