Dış politikada tutarlılık

Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ile Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 17 Aralık günü Ukrayna’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdiler. Anadolu Ajansı, iki Bakanın Ukrayna Devlet yetkilileri yanı sıra, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun başında olduğu bir Kırım heyeti ile de görüştüğünü bildirdi.

AA, Ukraynalı yetkililerle görüşmelerde Çavuşoğlu’nun; iki ülke arasında 2011 yılından bu yana var olan “stratejik ortaklık anlaşması”na vurgu yaptığını, Akar’ın ise “Ukrayna’nın, Avrupa Atlantik kurumlarına katılmasına destek veriyoruz” dediklerini yazdı.

Türkiye’nin; Kırım’ın bir referandumla Rusya’ya katılma kararını tanımadığını (görüşmelerin sonunda Çavuşoğlu, bunu bir kez daha üstüne basa basa vurguladı) ve geçtiğimiz Haziran ayında Ukrayna ordusuna 205 milyon TL yardım yaptığını, Rusya ile fiili savaş halinde olan bu ülkeye, SİHA satışı için görüşmelerin devam ettiğini de hatırlayalım.

Bütün bu gelişmelerle birlikte son aylarda Kafkaslardan Akdeniz’e ve Libya’ya kadar uzanan hatta yaşananlar dikkate alındığında, iki Bakanın Ukrayna gezisi ve bu gezi sırasında yapılan görüşmeler, yapılan açıklamalar özellikle önem kazanmaktadır.

Tutarlılık

Dış politika tutarlılık gerektirir. “Kırım”da ABD ile birlikte olup Rusya’ya tavır alırım, Suriye’de, Kafkaslar’da, Doğu Akdeniz’de ise Rusya ile birlikte olup ABD’ye karşı koyarım” dediğiniz zaman, izlediğiniz politikanın gerçeklik dünyasında olumlu bir karşılığı olamaz.

Türkiye, 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren Güneydoğu’da, Suriye’de, Kuzey Irak’ta, Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta; kendini savunmak için harekete geçtiği her yerde karşısında ABD ve müttefiklerini gördü. Aynı şekilde bütün bu mücadele alanlarında Rusya, İran, Irak başta olmak üzere komşularının da yanında olduğunun farkına vardı. Astana süreci ile Suriye’de terör koridorunun önlenmesi, “Mavi Vatan”a sahip çıkma yolunda adımlar, Karabağ’da 30 yıllık Ermeni işgalinin son bulması, Libya’da Türkiye’nin müdahalesiyle sorunun görüşmeler yoluyla çözüm sürecine girmesi bu sayede mümkün oldu.

Doğu Akdeniz’de asıl büyük mücadele hala önümüzde duruyorken, Türkiye’nin, Kırım’da Rusya ile karşı karşıya gelme “lüksü” var mıdır?

Kırım nüfusunun büyük çoğunluğu Rus’tur ve oradaki Tatarlar da, Ukrayna’yla değil Rusya’yla birlikte olmak istemektedirler ve mevcut yönetim içinde yer almaktadırlar. Türkiye’deki Kırım Dernekleri Federasyonu da aynı görüştedir.

Ukrayna’da oturan ve başında Türkiye’de bilinen adıyla Mustafa Cemiloğlu’nun başında olduğu ekip ise Amerikancı’dır. Trump’ın, daha yeni  “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası” çerçevesinde Türkiye’ye yaptırım kararını onaylamasının hemen ardından Türkiye’nin, Kırım’da ABD’nin yanında yer alarak Rusya’nın karşısında konuşlanması akıl alır gibi değildir.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan daha yeni Bakü’de ilham Aliyev ile birlikte gerçekleştirdiği basın toplantısında, Karabağ zaferinin elde edilmesinde Rusya’nın olumlu tavrının rolüne vurgu yapmak ihtiyacı duymuştu.

Daha önemlisi Doğu Akdeniz’de iyice ısınan sulardır. Karşımızda ABD, İsrail, Fransa, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve AKP’nin İhvan aşkı nedeniyle onların yanına ittiği Mısır var. Avrupa Birliği bu saflaşmada şimdilik Yunanistan tezlerine destek veriyor. Türkiye’nin, kaçınılmaz olan bu hesaplaşmada kendi dost ve müttefik cephesini sağlamlaştırması, aklın ve başarıyı hedefleyen tutarlı dış politikanın gereğidir.

Kırım’da gördüğümüz bunun tam tersidir.

Ve Suriye

Aynı yanlış, Suriye politikasında da ısrarla sürdürülmektedir.

Türkiye, teröre karşı mücadele amacıyla Suriye topraklarındadır. Ve bu mücadelede Türkiye’nin en doğal müttefiki Şam Hükümetidir.

Ama AKP hükümeti burada da Şam Hükümetini hasım olarak gören akıl almaz politikasını sürdürmekte ısrar etmektedir.

Türkiye’nin, İdlip gibi Suriye Hükümetine devretmesi gereken yerlerde, üstelik bizim de terör örgütü olarak gördüğümüz El Nusra (Heyet Tahrir Şam) gibi örgütlere; “yeni bir göçmen dalgası gelmesini önlemek” gerekçesiyle fiilen kalkan olması, Suriye Hükümeti’nin dikkatini buraya vermesine yol açmakta ve bu da, Fırat’ın doğusunda ABD desteği ile devletini kurma yolunda olan PKK’nın işine yaramaktadır.

İzlenecek politika bellidir: 1. Türkiye Şam ile derhal el sıkışacaktır. 2. Fırat’ın Batısındaki bütün toprakların Suriye devleti tarafından kontrol edilmesine yardımcı olunacaktır. 3. Ondan sonra Türkiye, Suriye ile birlikte Fırat’ın doğusundaki PKK varlığını sona erdirmek için harekete geçecektir.

Rusya başta olmak üzere bütün Bölge ülkeleri bu politikanın arkasında olduğu için, ABD’nin burada direnme şansı olmayacaktır.

Şam ile ilişkileri düzeltmek, aynı zamanda Türkiye’nin Rusya ve İran ile olan ilişkilerini de daha güven verici temellere oturtacaktır.

Kısacası Kırım’da Ukrayna ile değil, Rusya ile birlikte hareket etmek; Suriye’de Şam’la birlikte PKK varlığını sona erdirmek tutarlı dış politikanın gereğidir.

Ve unutmamak gerekir: Her geçen gün ağırlığını daha fazla hissettiren ekonomik krizle başa çıkmanın anahtarı da; Suriye’den geçmektedir. Şam ile birlikte Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasını sona erdirmek, Bölgede kalıcı barışa ulaşmanın en önemli adımıdır. Bu sayede Suriye, Irak ve İran’la daha da gelişecek işbirliği ortamı ve ek olarak Bakü’de dillendirilen “altı ülkenin işbirliği”nin hayata geçirilmesi, ekonomik bakımdan da yeni fırsatlar yaratacak ve Türkiye’yi düzlüğe çıkaracaktır.

Aksi taktirde küçük hesaplarla, “orada Rusya ile burada ABD ile iş tutarım” türünden yaklaşımlarla hareket edenlerin, gün gelir altından kalkamayacakları bir faturanın önlerine konulduğunu görmeleri kaçınılmazdır.