Yüzyıllık yalanın yeni kurbanı

Nisan yayımcılık, Nazaret Dağavaryan’a ait “Hıristiyan Protestanlar ve Kızılbaş Mezhebinin Doğuşu” adlı uzun makaleyi, Kasım 2018 tarihinde kitap olarak yayınlamış. Yayınevi, kitabın önsözünde Dağavaryan’ın hayat hikâyesini şöyle özetlemiş: “1862 Sivas doğumlu. 1878 yılında Paris Yüksek Ziraat okulunu bitirdikten sonra bir müddet İstanbul ve Sivas’ta çalıştı. Sonra tekrar Paris’te tıp okuyarak doktorluğa başladı. Ermeni milliyetçisi… Bu doğrultudaki faaliyetlerinden dolayı iki sefer kısa süreli tutukluluklar yaşadı. İkincisinde Fransız Büyükelçiliğinin müdahalesi ile serbest bırakıldı. 1905 yılında Kahire’de “Ermeni Genel Yardım Birliği”nin kurucusu oldu. 1908 Devrimi’nden sonra İstanbul’a döndü ve Meclisi Mebusan’da Milletvekilliği yaptı. 24 Nisan 1915’te tutuklandı ve Diyarbakır’a yargılanmak üzere götürülürken yolda saldırıya uğradı ve öldürüldü.”

Dağavaryan’dan geriye çok sayıda kitap ve makalesi kalıyor. “Kızılbaş Mezhebinin Doğuşu” kitabının ana mesajı, Anadolu’daki Kızılbaş (Alevi) inancındaki halkın Ermeni kökenli olduklarıdır. Şöyle yazıyor Dağavaryan: “Pavlikler ve Tondraklar tarikatları (İslamiyet öncesinde Ermeniler içindeki muhalif Hıristiyan tarikatlar- BN) uzun yıllar süren baskı ve zulüm karşısında varlıklarını koruyabilmek ve hayatta kalabilmek için kendilerine zulüm uygulayan Hakar emirlerine yakınlaşıp, onların koruması altına girdiler. Onların isimlerini ve göstermelik olarak dini inançlarını kabul ettiler. … İşte bu isim ve din değiştirme yoluyla İslamlaşmış/İslamlaştırılmış tarikat üyeleri ve yandaşları tarihi Ermenistan’da yaşamaktadırlar. Bunlar bulundukları yörelerde Kızılbaş olarak tanınmaktadırlar.” (s.45)

Dağavaryan’ın iddialarının gerçeklikle bir ilgisinin olmadığını anlamak için uzman olmak gerekmiyor. Anadolu Türkmen kitlelerinin hemen tümünün Celali isyanlarının meydana geldiği 16. ve 17. yüzyıllara kadar Alevi olduğu tarihçilerin üzerinde hemfikir oldukları bir tarihi gerçekliktir. Tarih içinde Anadolu Aleviliğini var eden büyük ozan ve düşünürlerin (Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Nesimi, Yemini, Kaygusuz Abdal, Abdal Musa, Hatayi, Fuzuli, Virani, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Hasan Dede, Harabi) etnik kimlikleri ve mücadeleleri, yalnız başına Alevilerin kökenleri ile ilgili tartışmaların saçma olduğunu göstermeye yeter.

Osmanlılar ile bir Türkmen devleti olarak tarih sahnesine çıkan Safeviler arasındaki hakimiyet mücadelesinde Anadolu’nun isyancı Türkmenlerinin “Şah’a gidiş – geliş” yol güzergahındaki Kürt ve Zaza kitlelerinin de önemli bir kısmı bu etkileşim içinde Aleviliği benimsedi. Ermeniler ise, Bizans döneminde inançlarından dolayı uğradıkları zulümden sonra bölgeye gelen Müslümanları deyim yerindeyse “kurtarıcı” olarak karşıladılar ve 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Ermenilerle Müslümanlar arasında hiçbir sorunun yaşanmadığı da tarihi bir gerçekliktir. Dolaysıyla Ermenilerin baskı ve zulümden kurtulmak için zorla Müslüman oldukları iddiasının da ciddiyeti yoktur.

Ermeniler tam tersine, Osmanlılar döneminde “Milleti Sadıka” (Sadık Millet) olarak adlandırıldılar. Çünkü Müslüman iktidar sahipleri ile bir sorunları yoktu. Tersine Bizans döneminin tersine, kendi inançlarını özgürce yaşama olanağına kavuşmuşlardı.

İddiaların nedeni

Peki Ermeni milliyetçisi Dağavaryan, Kızılbaşların neden Ermeni kökenli oldukları iddiasında bulundu? 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar “Milleti Sadıka” olarak yaşayan Ermeniler arasında, bu tarihten sonra Rus ve İngiliz destekli ayrılıkçı fikirler örgütlenmeye, gelişmeye başladı. Ama şöyle bir önemli sorun vardı: Ermeniler yaşadıkları hiçbir bölgede nüfusun çoğunluğunu oluşturmuyorlardı. 1900’lerin başında yapılan nüfus sayımına göre bölgede yaşayan nüfusun ancak yüzde 25’i kadardılar. Böyle bir azınlık nüfus ile Ermeni devleti iddiası gerçekçi olmadığı için, Ermeni milliyetçileri, inançlarından dolayı Osmanlı Devletiyle sorun yaşamış olan Alevilerin de Ermeni kökenli olduklarını iddia ederek, sorunu halletmeye çalışmışlardır.

Bu propagandanın arkasında emperyalist ağababalarının olduğundan hiç şüphe yoktur. Emperyalist planların aracısı olarak o dönem Ermeniler seçildi ve Ermenileri bu planda rol almaya ikna etmek için de Alevilerin de aslında Ermeni oldukları yalanları uyduruldu.

Geçen yüzyılın başında Anadolu Ermenileri bu yalanların kurbanı oldular. Bölgedeki Alevi halk tümüyle emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin karşısında, Ulusal Kurtuluş saflarında yer aldı.

Aynı yalan, yeni kurban

Şimdi aynı yalan, yüzyıl sonra yeniden piyasaya sürülüyor. Bu sefer kurban Ermeniler değil. Çünkü Türkiye sınırları içinde Emperyalist planlar için kullanılabilecek bir Ermeni nüfus artık yok.

Ama Türkiye’de ciddi bir Alevi nüfus var. Bugün hedef Türkiye Cumhuriyetidir. Çünkü Türkiye; coğrafi büyüklüğüyle, nüfusuyla, ekonomisiyle ve tarihiyle emperyalist planlara, emperyalist devletlerin hegemonyacılığına karşı koyma potansiyeline sahip bir ülkedir.

Ve nitekim Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra geçen 30 yıl içinde Türkiye adım adım emperyalist denetimin dışına çıkmakta, bölge ülkeleriyle birleşmekte ve Batı emperyalizminin çıkarları açısından önemli bir “tehdit” haline gelmektedir.

Ve bu son otuz yıl, gene Alevi kitleler üzerinde Batı kaynaklı yoğun bir propagandanın yürütüldüğü dönem olmuştur. “Alisiz Alevilik” tezleri bu dönemde ortaya çıktı. “Aleviliğin İslamiyet dışı bir inanç olduğu” tezinin yoğun bir şekilde işlenmesi de bu dönemde oldu. Bütün bu tezlerin kaynağının Avrupa olması da anlamlıdır. Alevi halkı Kürt milliyetçiliğin peşine takma yönündeki çabalar da aynı planın bir parçasıdır.

İşte Alevilerin aslında Ermeni kökenli oldukları iddialarına da bu bilgiler ışığında bakmak gerekiyor.

Esas amaç, Karadeniz ve Kafkaslardan Basra körfezine, Kuzey Irak’tan İskenderun Körfezine, Balkanlardan Ege ve Doğu Akdeniz’e, Kıbrıs’a kadar uzanan cephede başını ABD’nin çektiği emperyalist koalisyonun saldırganlığına karşı, Türkiye’de iç cepheyi zayıflatmaktır. Bunun için seçilen kurban ise Alevilerdir.

Türkiye Alevileri, tam bağımsız, laik ve demokratik bir Türkiye için verilen mücadelenin hep en önünde oldular. Hiçbir emperyalist yalan, yüzyılların mücadelesiyle sağlamlaşan bu konumu değiştirmeyecektir.