Küçük hesapları bir yana bırakmak

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, 6 Ekim günü Rus RIA ajansına verdiği demeçte; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Dağlık Karabağ’daki son çatışmanın ana kışkırtıcısı ve başlatıcısı” olmakla suçladı.

Ayrıca, “Şam yönetimi, Suriye’deki militanların Dağlık Karabağ’a gönderildiğini doğrulayabilir” dedi.

Sayın Esad’ın açıklamaları tam da Türkiye ile Suriye’yi karşı karşıya getirmek, çatıştırmak isteyen ABD başta olmak üzere malum blokun ekmeğine yağ sürer mahiyettedir.

Türkiye’nin 2011’de Suriye’ye yönelik olarak başlatılan ABD koordinatörlüğündeki büyük saldırıda rol üstlenmiş olması ve aradan geçen on yılın ardından, her ne kadar eski yanlışını sürdürmüyorsa da hala Şam ile el sıkışmamakta inat etmesi ve Suriye’nin meşru yönetimini bugün de yaşananların sorumlusu olarak göstermeye devam ederek terörle mücadelede iki devletin işbirliği yapmasını engelleyen esas taraf olması, Beşşar Essad’a; Azerbaycan-Ermenistan çatışması ile ilgili yukardaki gerçek dışı açıklamaları yapma hakkını vermez.

Bu açıklamanın Türkiye’den çok Suriye’ye zarar verdiği de bir başka gerçektir.

Benzer bir durum, Mısır’ın Yunanistan’la yaptığı ve kendi zararına olan “Deniz Yetki Antlaşması” için de geçerlidir. AKP iktidarının Müslüman Kardeşler ile olan ilişkisi, Mısır’ın meşru yönetimini tanımayan tavırları, en sonunda Mısır’ı, Türkiye’yi zor durumda bırakmak amacıyla Akdeniz’de Yunanistan’la anlaşmaya itti.

Gerçekte kazanan, şimdilik ABD ve İsrail oldu.

Gerçek kazananlar

Günümüzde gelişmekte olan dünyada, çeşitli nedenlerden dolayı karşı karşıya gelen ülkelerin birbirleri ile olan sürtüşmelerini, çatışmalarını zaman zaman her şeyin önüne koymaları sıkça rastlanan bir olgudur. Pakistan – Hindistan, ABD işgali öncesinde İran – Irak örneklerinde olduğu gibi…

Bu çatışmaların perde gerisinde emperyalizmin olduğu da bir başka gerçektir. Dar “milli çıkarlar” uğruna komşusu ile çatışan devletler, gerçekte bölgeye ilişkin hesapları olan emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmektedirler.

Şurası açık bir gerçektir. Türkiye ile Suriye’nin çatışması ABD’ye ve bütün ümidini bu emperyaliste bağlamış olan bölücü ve yıkıcı örgütlere fırsat verir. Arayıp da bulamadıkları bir avantaj elde etmelerini sağlar.

Vatan savunması

Ermenistan, 1991 yılından bu yana Azerbaycan topraklarının yaklaşık beşte birini işgal altında tutmaktadır. Aradan geçen 30 yıl içinde gerek Birleşmiş Milletler’in, gerekse sorunu çözmekle görevli Minsk grubunun işgal edilen toprakları boşaltması yönünde verdiği kararları dinlememiştir.

Yani nereden bakarsanız bakın Ermenistan açık işgalcidir, saldırgandır, haksız taraftır. Suriye’nin bugün terör örgütlerinin denetimindeki topraklarını kurtarmak, devlet egemenliğini ve ülke bütünlüğünü sağlamak nasıl hakkıysa, Azerbaycan’ın da işgal altındaki topraklarını kurtarmak için savaşması o kadar hakkıdır. İkisi de Vatan Savunmasıdır.

Durum böyleyken Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmak için verdiği mücadeleye desteğinden dolayı Türkiye’yi, Sayın Erdoğan’ı suçlamak yanlıştır. Bu bakışın Suriye’ye de bir faydası yoktur. 

Cihadçı militan meselesi

Beşar Esad’ın Dağlık Karabağ’a, “Suriye’deki militanların gönderildiğini doğrulayabiliriz” şeklindeki sözleri de aynı yanlış bakış açısının ürünüdür.

Türkiye’nin Dağlık Karabağ’a cihatçı militanları sevk etiği yalanını ilk önce Macron dillendirdi. Ermenistan yönetimi hemen bu yalana sarıldı. Türkiye’deki malum çevreler de koroya katıldı.

Basit bazı gerçekler unutularak piyasaya sürülen yalanlardır bunlar. Suriye’deki Sünni şeriatçı militan, laik ve ayrıca halkının tümü Şii olan Azerbaycan için savaşmaz.

İkincisi, 10 milyonluk Azerbaycan’ın 3 milyonluk Ermenistan ile olan savaşında, dışardan gelecek şeriatçı militana ihtiyacı olamaz.

Üçüncü olarak Türkiye, Azerbaycan’a savaşacak insan göndermek istese, kendi yurttaşları içinden ihtiyacın çok üzerinde gönüllü bulacağından şüphe yoktur. Çünkü Türkiye Türkleri, Azerbaycan’ı da kendi vatanları olarak görmektedirler.

Asıl zafere giden yol

Suriye’nin ve Türkiye’nin ortak çıkarı, küçük hesapları bir yana bırakıp bir an önce el sıkışmalarından geçmektedir.

Tarih boyunca hep bir arada olmuş iki ülkenin çıkarı Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi veya 28 Şubatla başlayan ve 2010 yılına kadar devam eden işbirliği politikasının ortaya koyduğu gibi her alanda dayanışma içinde olmaktır.

Bu noktada anahtar Türkiye’nin elindedir. Ortak kabine toplantısı yaptığımız günlerden Suriye’nin büyük acılar yaşadığı, Türkiye’nin de bedeller ödediği bugünlere geldik.

2016 yılında ABD-İsrail koridoruna yaptığımız müdahale iki ülke ilişkileri açısından bir dönüm noktasıydı. Şimdi günün görevi, küçük hesapları bir yana bırakıp olumlu adımları daha da ileri götürmektir.

O zaman Türkiye ve Suriye birlikte Batı Asya Birliği’nin önde gelen mimarları olabilirler. Ve asıl zafer o zaman kazanılacaktır.