Toplumsal gelişmede “dışardan alma”nın rolü (3)

(Saçak dergisi, Mart 1987)

Bugünkü Avrupa’nın doğuşunda “dışardan alma”nın rolü

Bugünün Avrupası da bilim ve kültür alanında birden bire yepyeni ürünlerle ve katkılarla ortaya çıkmadı. Tıpkı İslam dünyasının uzun süre eski Yunan ve İran’dan öğrenmesi gibi, Batı da, kendine özgü ürünler ortaya koymadan, uzun süre eski Yunan ve Roma ile İslam dünyasından öğrendi. Zamanımıza kadar okullarda varlığını sürdüren okullarda Latince ve Grekçe öğretimi, bu öğrenmenin somut kanıtı olarak alınabilir.

Avrupa’da özellikle İslam dünyasından öğrenme çabalarının tutucuların öfkesine neden olduğunu biliyoruz. Her yerdeki ve her zamanki gibi… İslam Dünyasından öğrenme yanlısı olanlara yöneltilen suçlama. “Müslüman oldu” şeklindeydi. Bizdeki “gavur icadı” ve “gavur oldu” suçlamalarına benziyor. Özellikle doktorları Müslümanlıkla suçlamak yaygındı. Müslüman olmak ve “dinsiz olmak” çok yerde aynı anlama geliyordu. Kilise “dışardan alma”nın önünde bir engel olarak duruyordu. İbni Rüşd ve Memun gibi düşünürlerin eserlerinin basımı yesaklanmıştı. 1234’te Katolik kilisesi Batı dünyasında Maimonede olarak bilinen İbni Memun’un kitaplarının yakılmasını kararlaştırmıştı.

Batı’nın yetiştirdiği ilk büyük bilim adamlarının hayatı, Doğu’dan öğrenmenin önemine tanıklık etmektedir.

Fizik biliminin öncülerinden Grosteste’nin başvurduğu en önemli kaynak, İbn-ül Heysem’in Kitab-ül Menazır adlı eseriydi. Grosteste’nin öğrencisi Roger Bacon, Oxford üniversitesinde ders verdiği sıralarda deneye ve gözleme önem verdiği, Arap ve Yunan dünyasını kavrayabilmek açısından bu dillerin öğrenilmesi gerektiğini söylediği için, “Bacon Müslüman oldu” diye bağırılarak aleyhinde sokak gösterilerinin yapılmasına neden olmuştu.

Büyük Albert (Albertus Magnus 1206- 1280) Araplardaki bilime önem verdiğini göstermek amacıyla, zaman zaman kürsüye Arap kıyafetiyle çıkıyordu.

Arnoldo Di Villanova gibi Batı’nın ilk ünlü tıp adamları da Arap ve Müslüman Dünyasından çok şey öğrendiler. Eski Yunan’ın ünlü tıp bilgini Galenos’la birlikte İbni Sina; Batı’da o kadar çok benimsenmişlerdi ki, sonraki yüzyıllarda tıp biliminin gelişimini geciktirmekle suçlandılar.
(Haksız da sayılmazlardı, Galenos’un değil ama İbni Sina’nın Kanun’u yüzyıllar boyunca Batı üniversitelerinin değişmez ders kitabıydı. Kanun yüzyıllar boyunca en çok baskısı yapılan ders kitabı olarak tarihe geçti. İlk basımı 1473 yılında Milano’da yapıldı ve yüzyıl sonuna kadar 16, izleyen yüzyılda ise 20 baskı yaptı. Razi’nin çiçek ve kızamığa ilişkin küçük eseri 1498 ve 1866 yılları arasında 40’tan fazla baskı yaptı.)

Fizikte, optik konusunda ve matematikte Batı; 12. Yüzyıl sonrasında uzun süre Araplardan aldığına fazla bir şey eklemedi. Felsefe ve mantık konularında ise başköşede İbni Rüşd’ün şerhleriyle Aristo bulunuyordu.

Medreseden Üniversiteye

İlk Avrupa üniversiteleri; binaların mimari tarzı, ders programları ve öğretim yöntemi bakımından İslam medreselerinin taklidi idi. Daha öncesinde ise Batı Akdeniz’deki belli, başlı İslam medreselerinde Fransa, İtalya ve İspanya’dan gelme Hıristiyan öğrenciler öğrenim görmekteydiler. Bu öğrenciler daha sonra ilk Batı üniversitelerinin kuruluşunda önemli roller oynayacaklardı. İslam medreselerinin öğrencileri, ilk Batı üniversitelerinin profesörleri oldular.

Görüldüğü gibi Avrupa 12. Yüzyıldan itibaren, İslam dünyasının bilim mirasını, Osmanlılarla kıyaslanmayacak ölçüde devraldı, özümledi; sonraki yüzyıllarda yeni katkılarla zenginleştirdi. Bu yüzyıllarda Avrupa’da geçmişin bilim ve kültür birikimine katkıda bulunmanın koşulları da olgunlaşmaktaydı. Sözkonusu yüzyıllarda Avrupa’da yeni bir toplumsal gücün, burjuvazinin ortaya çıkışı ve yükselişi; meta ekonomisinin başköşeye geçmeye başlaması ve bilim alanında deney ve gözlemin öneminin artmasıyla birlikte oldu. Avrupa artık başkalarından sadece bir şeyler öğrenen bir kıta olmaktan çıkıyordu. Ama kendi katkılarını yapması da bu sayede mümkün olmuştu.