Türkiye’nin en büyük zenginliği (1)

En büyük zenginlik, eşsiz tarihimizdir. Yaklaşık 5000 yıllık tarihi iyi biliyoruz. Milattan önceki 3. bin yılları Sümer ve Akad kaynaklarından, sonrasını ise doğrudan kendi yazılı kaynaklarımızdan (Hitit, Luwi, Hurri, Urartu, Firig, Lidya vd) tarihimizin ayrıntılarını biliyoruz.

Daha sonrasında ise Anadolu, Perslerden başlayarak tarihin en büyük imparatorluklarına ev sahipliği yaptı. Persler, İskender, Roma, Bizans, Emeviler ve Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar…

Bütün bu uygarlıkların hepsi kendilerinden bir şeyler bıraktı buraya. Böylece son beş bin yıl itibariyle Anadolu; insanlık tarihinde; Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin ile birlikte özel bir yere sahiptir. Hatta birçok bakımdan, özellikle üç kıta arasında geçiş köprüsü olmasından dolayı, adı geçen yerler arasında da ayrıcalıklı bir konumda olduğunu söylemek de abartı olmaz.

Perslerden bu yana geçen 2500 yılın yaklaşık 1800 yılında ise Batı Asya ülkelerinin çoğunluğu, tek bir siyasi bütün içinde oldular. Bu açıdan bakıldığında ise Anadolu’nun da içinde bulunduğu coğrafya, aynı zamanda bütün tek tanrılı dinlerin anavatanıdır.

Bundan dolayı Anadolu bugün dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, var olan halkların çok büyük kısmının tarihinin önemli bir parçasıdır. Bu yönüyle, tarihi miras bakımından eşsizdir.

5000 yıldan öncesi

Ama Anadolu’nun en az bu kadar hatta belki de bundan daha önemli olan tarihi, daha önceki yaklaşık 10 bin yıllık geçmişidir. Anadolu tarihinin bu bölümünün dünyada benzeri yoktur. Aslında Anadolu’yu, Suriye ve Irakla birlikte düşünmek gerekir. MÖ 7000’lerden 5000’lere kadar olan bölüm, “Halaf dönemi” olarak adlandırılıyor. Halaf yerleşimi Ceylanpınar’a bitişik Suriye topraklarında, gözle görülür mesafededir.

Son yarım yüzyıl, özellikle son 30 yıl içinde yapılan arkeolojik çalışmaların sonucunda, “Verimli Hilal”in kuzey kısmını oluşturan Anadolu’nun; insanlığın Geç Eski Taş Çağı’ndan (Epipaleolitik) Yeni Taş Çağı’na (Neolitik) geçişinde, başka bir ifadeyle avcı-toplayıcı yaşamdan, tarım ve hayvancılığın yapıldığı yerleşik yaşama geçişte başı çektiği, her geçen gün yeni kanıtlarla ortaya konuluyor.

Yeni Taş Çağı’na ait araştırmalar yarım yüzyıl öncesine kadar Levant olarak bilinen bugünkü İsrail, Filistin, Lübnan ve Suriye’de yoğunlaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar bu ülkelerin İngiliz ve Fransızların elinde olması, savaş sonrasında ise özellikle İsrail’in yaptığı araştırmalardan elde edilen sonuçlar böyle bir kanaatin yerleşmesini sağlamıştı.

Kitabı Mukaddes’te tarihin başlangıcına ve öncesine ait olarak anlatılan konuların geçtiği mekânların da Filistin ve Mezopotamya olmasının, araştırmaların bu yörelerde yoğunlaşmasını özendirdiği söylenebilir.

Genel kanaat, insan topluluklarının yerleşik hayata, tarım ve hayvancılığa önce anılan bölgelerde geçtiği, Anadolu’daki gelişmenin ise bundan sonra gerçekleştiği yönündeydi.

En büyük Devrim

Bugün bu görüşün yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. 1960 sonrasında yapılan kazılar – araştırmalar, özellikle son 25 yıl içinde Güneydoğu Anadolu’da gün ışığına çıkarılan arkeolojik kalıntılar, insanlığın yerleşik hayata, tarıma ve hayvancılığa geçişinde Anadolu’nun ilk sırada yer aldığı, tartışmasız bir şekilde gözler önüne serilmiş bulunuyor.

İnsanlık tarihi, yazının icadıyla birlikte “Tarih dönemleri” ve “Tarih öncesi” olarak ikiye ayırılarak ele alındı. 19. Yüzyılda tarih öncesi tamamen sislerle örtülüydü ve bu döneme ilişkin görüşler; daha çok Amerika, Afrika ve Avustralya’da hala varlığını sürdüren çağdaş ilkel toplulukların yaşamını gözleme ve incelemelere dayanan bir takım çıkarımlardan ibaretti. Ama 20. yüzyılla birlikte “tarih öncesi” döneme ilişkin araştırmalar gelişti. Arkeoloji bir bilim dalı olarak daha önemli hale geldi.

Gordon Childe’ın, “İkinci Devrim” dediği “Uygarlık Devrimi”nden önce, “insanlık tarihinin en büyük Devrimi” dediği “Neolitik Devrim”in bu topraklarda yaşandığı anlaşıldı. Bu dönemde tarım ve hayvancılığa başlanmış, yerleşik yaşama geçilmiş, kanallar yöntemiyle yapay sulama gerçekleştirilmiştir. Saban, hayvanın koşumu, yelkenli, tekerlek, mayalama, bakır üretimi ve kullanımı, tuğla, kemer, sırlama, mühür ve bütün bunların sonunda “Uygarlık Devrimi”ne yol açan güneş takvimi, yazı, rakam ve bronz bu dönemde gerçekleştirilen büyük buluşlardır.

Gordon Childe’ın çok haklı olarak saptadığı üzere bütün bu büyük ilerlemelerin gerçekleştiği Neolitik Devrim, insanlık tarihinin en büyük devrimidir.

Bu dönem insanlığın “Kaybolan Cennet”idir. Bir yandan büyük buluşlarla insanların hayatı kolaylaşmış, birkaç bin yıl içinde dünyadaki insan nüfusu 5 – 6 milyondan 80 – 100 milyona çıkmış, öte yandan toplumsal yapıda eşitliğin hala bozulmadığı bir dönem olması dolaysıyla toplumsal hafızada “Cennet” olarak kendisine yer edinen bir dönem.

Devrimin önünü açtığı büyük buluşlar, sınıflı toplumu ve devleti ortaya çıkardı. Sonraki dönemlerde olan gelişmelerin hiçbiri nitelik ve yol açtığı sonuçlar itibariyle Neolitik Dönem” ile kıyaslanamaz. Eşdeğerde bir büyük devrimin eşiğine ise insanlık, daha yeni yeni adım atmış bulunuyor. Sınıflı toplumu sona erdirecek ve insanlığın “Büyük Uyum Dünyası”na adım atmasını sağlayacak son devrimin ilk adımları 20. yüzyılda atıldı ve ama bu yöndeki gelişmeler esas olarak önümüzdedir. Bilim ve teknolojideki (üretici güçler) ilerlemeler, insanı kol emeğinden tamamen kurtaracak ve onu yaratıcı faaliyetin öznesi yapacak “yapay zeka”, bu yeni devrim döneminin habercileridir.

Tekrar “Birinci Devrime” dönersek: İnsanlık tarihinin bu en büyük devrimi, neden merkezini Anadolu’nun güneydoğusunun oluşturduğu ve “Verimli Hilal” olarak adlandırılan bu coğrafyada yaşandı? Çünkü son buzul çağının bitimiyle birlikte ortaya çıkan elverişli iklim koşullarında bugün yeryüzündeki 8 milyar insanın neredeyse tamamının temel besin kaynağı olan tahılların ve evcil hayvanların tamamına yakınının yabani ataları bu bölgede yaşıyordu. Buğday, arpa, çavdar, mercimek, nohut, bakla, keçi, koyun, domuz, eşek vd. hepsinin anayurdu “Verimli Hilal”di.

Üretim teknolojisindeki gelişme; mızrağın yanısıra bölgede bol bulunan yabani küçük hayvanların avlanmasını kolaylaştıran “ok”un icadı (MÖ 20.000’ler), ve gene bölgenin doğal bitki örtüsü olan yabani tahılın devşirilmesinde kullanılan orak ve “havan”ın bulunuşu; insan toplulukları için kalıcı yerleşimleri avantajlı kıldı.

Göbeklitepe gibi tarihin en eski tapınağı ile Çayönü, Nevali Çori ve Çatal Höyük gibi Anadolu’nun Neolitik döneme ait büyük yerleşimleri, bu bakımdan bütün dünya açısından son derece önemli tarihi değerlerdir. (devam edecek)