27 Mayıs

Dün, yeni adı “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” olan Yassıada’da Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla bir açılış gerçekleştirildi. Devletin televizyonu ve iktidar sözcüleri sabahtan başlayarak, özeti; “27 Mayıs’tan yana olanlar, demokrasi ve özgürlük karşıtı darbecilerdir” olan bir kampanya yürüttüler.

Yanlış da buradan başlıyor: Tarihi bir olayı nedenleri ve sonuçları ile tartışmak yerine; o olay temelinde bir saflaşmayı bugüne getirdiğiniz zaman, Türkiye’nin ihtiyaçları ile ilgisi olmayan, tam tersine zarar veren bir duruma neden oluyorsunuz.

İdam kararları ve ABD

27 Mayıs meselesine gelince: Öncelikle şunu belirtmemiz gerekiyor: Adnan Menderes ve iki Bakanın idamı tarihi bir yanlıştır. Ve sorunun sonraki on yıllar boyunca istismar edilmesinin de nedenidir. Kaldı ki yürürlükteki ceza yasasını da ele alırsak, Menderes ve arkadaşlarının yargılamaya konu olan icraatları, hiçbir şekilde verilen idam cezasını haklı kılacak mahiyette değildir.

2004 yılında kaybettiğimiz Suphi Karaman ağabey (Kendisi 27 Mayıs ihtilalini yapan 4 kişilik çekirdek kadro içindeydi ve 1995 sonrasında İşçi Partisi – Vatan Partisi – Genel Başkan yardımcısı olarak görev yaptı) Menderesler’in idamı ile ilgili olarak şu anısını anlatmıştı bize:

“Mahkemenin idam kararı Milli Birlik Komitesi’nin önüne geldi. Çoğunluk, 13’e 9, idama karşıydı. Görüşmenin yapılacağı günün sabahı, ABD’den, idamlara karşı olduğu şeklinde nahoş bir açıklama geldi. Bunun üzerine dört arkadaş fikrini değiştirdi ve bizim bütün çabalarımıza rağmen ikna olmadılar ve idam yönünde oy kullandılar.”

Yani idama giden yolu bir bakıma, açıklaması ile ABD açmış oluyor. Büyük ihtimal de bilerek yaptı.

27 Mayıs’ı doğuran süreç

27 Mayıs’ı bir de, tarihsel bir olay olarak nedenleri ve sonuçlarına bakarak ele alalım:

 Demokrat Parti’nin, 1950 yılından başlayarak Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma yönündeki icraatları, Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarından adım adım uzaklaşma yönündeki kimi uygulamaları, çeşitli toplum kesimlerinde büyüyen bir rahatsızlığa yol açtı. 1957 seçimlerine hile karıştırıldığı yönündeki kanı bu rahatsızlığı daha da büyüttü.

İzlenen ekonomik politika 1959 yılında yüzde 300’e varan bir devalüasyonla aslında bir çıkmaza girmişti. Bunun üzerine Mecliste muhaliflere yönelik “Tahkikat Komisyonları”nın kurulması ve bu komisyonlara yargı yetkisinin verilmesi, “Vatan Cephesi” uygulaması ile toplumu ikiye bölen bir uygulamaya girişilmesi, mahalle ve köylerde kahvehanelerin bile ayrılması, muhalif gazetecilerin hapse atılması, Ana Muhalefet Partisi lideri İsmet İnönü’ye gittiği her yerde yapılan saldırılar hoşnutsuzluğu daha da büyüttü.

Bu gelişmelerin sonunda üniversite gençliği sokaklara çıktı. İktidar, protesto yapan gençlere şiddet uyguladı. Açılan ateş sonucu İstanbul’da Turan Emeksiz, Ankara’da Nedim Özpolat şehit oldu. Öğrencilerini savunmak isteyen hocalar yerlerde sürüklendi.

İşte Ordu’nun müdahalesi bütün bu gelişmeler üzerine geldi.

27 Mayıs nelere yol açtı?

Bir de İhtilal sonrasında yaşanan gelişmelere bakalım:

27 Mayısı gerçekleştirenlerin ilk uygulamalarından birisi, Demokrat Parti iktidarının, ABD’nin isteği doğrultusunda, Türkiye’nin milli çıkarları ile bir ilgisi olmadığı halde, NATO’ya kabul edilme uğruna 800 kadar Mehmetçiğimizin şehit düştüğü Kore’ye asker göndermek olmuştu. Ve alayımız hala orada bulunuyordu. Milli Birlik Komitesi’nin ilk icraatlarından birisi, Kore’deki alayımızı geri çağırmak oldu.

Milli Birlik Komitesinin sadece bu eylemi, “27 Mayıs’ı dış güçler planladı” iddiasına yeterli bir cevaptır.

Seçimler zamanında yapıldı. Kendi içinde seçimlerin yapılmasına karşı olan ekibi tasfiye etti. Yani 27 Mayıs İhtilali sandığa karşı değil, tam tersine sandığın kurulması amacıyla yapıldığını eylemi ile kanıtlamış oldu. Ve Demokrat Parti’nin devamı olan Parti, önce koalisyon ortağı daha sonra tek başına iktidar oldu.

27 Mayıs Anayasası, toplumun bütün kesimlerinden temsilcilerin oluşturduğu Kurucu Meclis tarafından hazırlanmış ve sonunda halkoyuyla kabul edilmiştir.

27 Mayıs Anayasası; Seçim ve Siyasi Partiler yasalarıyla, örgütlenme ve fikir özgürlüğü konusunda yaptığı düzenlemelerle, çalışanların hakları ve örgütlenmesi konusunda attığı adımlarla, grev hakkını tanımasıyla vb. vb. Cumhuriyet tarihinin en demokratik Anayasalarından biridir.

Amerikancı 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin esas hedefinin bu Anayasa olması, 27 Mayıs’ın ne olduğunu, ne olmadığını gösteren en önemli kanıttır.

Özal’ı savunmak ne anlama geliyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında kullandığı şu ifadeler, aslında yürütülen tartışmanın, Türkiye’nin bugünkü çıkarları ile ne derece tezat oluşturduğunu ortaya koyuyor.

“27 Mayıs’ı savunanlar Menderes’e hangi inançla saldırdılarsa, rahmetli Özal’ı ve bugün Cumhur İttifakı’nı da aynı nefret duygularıyla hedef alıyorlar.”

27 Mayıs Anayasası’na karşı olan ABD, 1980 yılında “bizim oğlanlar” aracılığıyla bir darbe yaptı. Hiç şüphesiz o “bizim oğlanlar”ın en başında Özal geliyordu. Darbeciler ekonominin başına Özal’ı getirdiler. Önce ekonomiden sorumlu yetkili koltukta, sonra da Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Özal, Batılı merkezlerden önüne konulan Neo liberal “borçlanma ekonomisini” hayata geçirdi. Cumhuriyetin ekonomik kurumlarını tasfiye operasyonunu başlattı. Kısacası bugün yaşadığımız bütün sıkıntıların esas sorumlusudur.

AK Parti bugün milli ekonomiden bahsediyor, yerli üretimin korunması gerektiğini söylüyor vb. vb. Ama Özal, gerek dış politikada, gerek ekonomide mevcut Hükümetin şimdi olumlu anlamda atmaya çalıştığı bütün adımların karşısındaydı.

27 Mayıs’a karşı olmak temelinde bir saflaşmayı bugün Türkiye’ye dayatanların Turgut Özal’ı savunması kaçınılmazdır. Davutoğlu ve Babacan gibi…

2020’nin Türkiye’sinde Turgut Özal’ı savunmak, son beş yıldır PKK ve FETÖ’ye karşı atılan bütün adımları ret etmek anlamına gelir.

Onun için 27 Mayıs tartışması temelinde bir saflaşmayı bugün Milletin önüne koymak, bütün Türkiye’nin aleyhine olması bir yana, en başta o dayatmayı yapanlara zarar verir.