“Yalnız ölümler!”

TRT Belgesel kanalı, 29 Aralık 2019 günü son derece öğretici bir program yayınladı. Programın adı “Yalnız Ölümler!” Japonya’da yaşı 60’ı geçmiş, yalnız başına yaşayan ve ölümleri üzerinden günler, aylar ve hatta yıllar geçtikten sonra farkına varılan kişilerin konu edildiği bir televizyon programı.

“Yaşlı ölümler” şimdi, Coronavirüs salgını dolaysıyla yeniden bütün dünyanın gündemine geldi.

TRT Belgesel kanalının sözkonusu yayınında verilen bilgiye göre, Japonya’da her yıl, yaklaşık 30 bin kişi “yalnız ölüyor” (2013 yılı rakamı). Aynı yıl 27 bin kişi de intihar etmiş. İntiharları da “yalnız ölümler”e dahil etmek çok yanlış olmayacaktır.

Bu durumun üç aşağı beş yukarı bütün kapitalist ülkelerde rastlanan bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Kapitalizmin bir sistem olarak insanlığa neler getirdiği, daha doğrusu insanlıktan nelerin götürdüğü, programda olanca çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor.

Vakalar

Programda üç “yalnız ölüm” konusu işlendi: 

Birinci vaka: Öldüğü 3 yıl sonra fark edilmiş. Bu süre içinde ceset tamamen çürümüş.

İkinci vaka: Ölen kişi zengin ama yakınları ile bir ilişkisi yok. Yakınları, bildirildiği halde gelmek istemiyor. Defin işlemini, bu işle görevli “firma” yapıyor.

Üçüncü vaka: Ölümü 2 ay önce gerçekleşmiş. Ölen kişi fakir, evinin beş yıldır elektriği ve suyu yok. Ailesiyle hiçbir bağı da kalmamış. Ağabeyi ile son olarak 13 yıl önce görüşmüş. Evi dolduran sinek ve böceklerin komşu evleri rahatsız etmeleri üzerine ilgililere haber verilmiş.

Yalnız ölümler bu kadar çok olunca, kapitalizmin mantığı içinde sadece bu konu ile ilgilenen bir sektör doğmuş. Japonya’nın çeşitli şehirlerinde “Yalnız ölüm temizlik firması” adı altında çok sayıda şirket kurulmuş durumda. Firmada çalışan kişiler ise “Yalnız ölüm temizlik görevlisi” olarak anılıyor. 

“Yalnız ölüm temizlik görevlileri” vaka yerine gittiklerinde tepeden tırnağa kendilerini dışardan gelebilecek olumsuz etkilerden koruyan özel tulumlarını giyiyor, gaz maskelerini takıyor ve içeriye öyle giriyorlar. Üç vakada da evlerin döşemesi dahil bütün eşyaları sökülüyor ve tahliye ediliyor. Bayağı kapsamlı bir iş!

İnsan doğasına aykırı durum

İnsan toplumsal bir varlıktır, yani yalnız başına yaşayamaz. İnsanın yalnız başına yaşaması demek, kendisini var eden doğal özelliklerinden vazgeçmesi anlamına geliyor. Kısacası kendi doğasına yabancılaşması gerekiyor. İntihar vakalarının çok önemli bir kısmının nedeni kendine yabancılaşmadır. İntihar, kişinin kendine yabancılaşmasının doruğudur.

İnsanoğlu, bir canlı türü olarak ortaya çıktığından bu yana – hatta onun da öncesinden – ancak bir topluluğun parçası olarak hayatını sürdürebildi. Kimi ilkel topluluklarda yaşlıların yalnız başlarına ölüme terk edilmesi, bir zorunluluğun sonucu olarak uygulanan bir gelenek olmuştur. Jack London bir Eskimo topluluğunda; Japon yönetmen Shohei İmamura ise Narayama Türküsü filminde eski Japon toplumunda aynı geleneğin nasıl uygulandığının birer örneğini işlerler. Bir üretim artısının olmadığı toplumlar, yaşlılarını ölüme terk etmeyi, bilinçlerinde ve vicdanlarında olumlayan bir geleneğe dönüştürerek uygulamışlardır. Gerek London’un öyküsü, gerekse İmamura’nın filminde ölüme terk edilenler, yapılan uygulamayı son derece normal ve yapılması gereken bir “eylem” olarak karşılamaktadırlar.

Hatta “eyleme” inançsal bir boyut katılmış olduğu için huzur içinde ölüme gitmektedirler.

Bir üretim artısının yaratıldığı çağlardan bu yana ise insan toplulukları, ölümlerine kadar yaşlılarına sahip çıkmışlar, yaşlılar tecrübeleriyle ve yetişkinler çalışmaya gittiklerinde geride bıraktıkları eve göz kulak olarak ve küçük çocuklara bakarak üretim artısının yaratılmasına kendilerince katkıda bulunmaya devam etmişlerdir. Neolitik toplumlarda ortaya çıkan “ata kültü”nün – bugünlere “yaşlılara saygı” olarak yansıyan – arkasında, üretim fazlasıyla birlikte yaşlıların, tecrübeleri ile birlikte üretim sürecinin daha verimli sürmesinde üstlendikleri olumlu işlev vardır.

Kapitalizm ya da insan

Kapitalizmle birlikte durum değişmiştir. Bireycilik, kapitalizmin doğasında vardır. “Gemisini kurtaran kaptan”dır artık. Rekabet her şeyin başıdır. Çalışma arkadaşınız, sorunları paylaştığınız dostunuz değil, sizin daha iyi yerlere gelmenizin önündeki potansiyel engeldir. En yakınındakinin omuzlarına basarak yükselmek sistemin doğası gereğidir. En çok yüceltilen “çekirdek aile”dir. Ama orada da evliliklerin sözleşme ile yapılması eğilimi vardır. Eşler arasında resmi sözleşmenin olmadığı durumlarda açığı “yasalar” kapatır. Çocuklar ise 18 yaşından sonra artık kendi başlarınadırlar vb. vb.

Kısacası kapitalizm bir sistem olarak; ideolojisiyle ve işleyişiyle insan doğasına aykırıdır. Toplumsal bir varlık olan insanı, tek başına yaşayan bir varlık olmaya zorlar. Onun için yaşlı insanlar, sistem açısından artık bir “yük”türler. “Üretmemekte ve sadece tüketmektedirler”. Yaşı 60’ı ve 70’i geçmiş bir kişiyi çalıştırmak hiçbir kapitalist açısından “kârlı” değildir. Eskinin tecrübelerini aktaran rolleri dolaysıyla da yaşlılara ihtiyaç yoktur. Bütün bunlar bilimsel olarak ve hiçbir yaşlının beceremeyeceği ölçülerde ve boyutlarda okullarda öğretilmektedir. Böylece toplumsal etkinliğin bir parçası olmaktan çıkan “yaşlı kişi”, milyon yılların genlerine işlediği toplumsal bir varlık olma durumuna aykırı bir konumu mecburen kabullenmek durumunda kalır. Bunun da sonu intihar ya da yalnız başına ölüm olmaktadır.

“Yalnız Ölümler”in konusu olan Japonya’daki durum şöyledir: Kişi başına düşen milli gelir 40 bin dolar, son yıllarda azalma eğiliminde olan nüfus 124 milyon. 2013 nüfusu 127 milyondu ve 2068 yılında Japonya nüfusunun 88 milyona ineceği tahmin ediliyor. Kapitalizmin bireyciliği insana, hayatını bir başka varlık ile paylaşmamayı telkin ediyor. 

Emeklilik yaşı 65.  Ortalama insan ömrünün artmasıyla birlikte sistem, kendisi açısından verimliliği olmayan bir “emekliler ordusu” sorunu ile yüzyüzedir. 65 yaş üstü nüfus, bugün toplam nüfusun yüzde otuzunu oluşturuyor. Ortalama yaşam seviyesinin giderek yükselmesi ise bu ülkeler açısından çaresi olmayan bir kâbus durumunda. 

Bu tablo üç aşağı beş yukarı bütün kapitalist ülkeler için geçerlidir. Bir yanda sistem açısından finansmanı her geçen gün zorlaşan emekliler ordusu, öte yandan bireyciliğin yalnızlığa mahkûm ettiği yaşlılar. Kapitalizmin bu soruna bir çözümü yoktur.

Bu gerçeği şimdi “Coronavirüs salgını” dolaysıyla başka bir cepheden tekrar gözlemleme olanağı bulduk.

İnsan, eli ayağı tuttuğu ve akli melekeleri yerinde olduğu müddetçe üreten ve yaratan bir varlıktır. “Bireysel kâr” açısından değil, “toplumsal kâr” açısından bakıldığında hiç kimse hiçbir yaşta “yük” değildir. Onun içindir ki insanoğlu, “insan” olarak kalmak için kapitalizmden kurtulmak zorundadır.

Kısacası insanoğlu, “bireysel kâr” ile “toplumsal yarar” arasında nihai tercihini yapacağı bir tarihsel aşamaya gelmiştir.