Bir savaşın içindeyseniz düşmanın hareketine bakarak tedbir almak, düşmanın attığı adımı dikkate alarak karşı hamleyi planlamak başarının en önemli koşullarından biridir.
Türkiye Suriye’de, “Fırat Kalkanı Harekâtı”ndan bu yana sıcak bir savaşın içindedir. Bu savaşta düşmanın kim olduğu bellidir.
PKK’ya 30 bin TIR silah veren, Fırat’ın doğusunda 15 kadar askeri üs oluşturarak Terör Örgütü’nün Suriye topraklarının en az dörtte biri kadar bir alanda hakimiyet kurmasını sağlayan, IŞİD’e yol vererek 2. İsrail için zemin yaratmaya çalışan, bugüne kadar Suriye’de gerçekleştirdiğimiz bütün askeri harekatlara karşı çıkan, tehditlerle önlemeye çalışan ABD, Türkiye’nin düşmanıdır.
Kaldı ki ABD’nin düşmanlığı sadece Suriye sahasında yaptıklarıyla sınırlı değildir.
ABD, Doğu Akdeniz’de de Türkiye’nin karşısındadır. Yunanistan ve İsrail’le birlikte gerçekleştirdiği deniz tatbikatlarının hedefi Türkiye’dir.
ABD FETÖ ilişkileri, 15 Temmuz darbesindeki rolü üzerine fazla bir söz söylemeye gerek yok. Orada da düşman…
Son olarak “Yüzyılın Antlaşması” adı altında açıklanan plan, sadece Filistin’e değil bütün İslam dünyasına ve elbette Türkiye’ye karşı da düşmanlık ilanıdır.
“Vatansever savaşçılar”
İşte bu ABD, İdlip’te yedisi asker 8 vatandaşımızın şehit olması olayı üzerine, deyim yerindeyse “atladı”. Hemen taziye mesajı yolladı. Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu hatırlatarak İdlip’te Türkiye’nin yanında olduğunu açıkladı.
Suriye Özel temsilcisi James Jeffrey, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terör örgütü olarak nitelediği HTŞ’nin “vatansever savaşçı” olduğunu ilan etti. Jeffrey’e göre HTŞ “uluslararası bir tehdit oluşturmuyor” ve “Rusların iddia ettiği gibi hiç kimseye saldırmıyorlar.”
İdlip’teki gelişmeler sonrasında Türkiye ile Suriye arasında tansiyonun yükseldiği saatlerde, İsrail de Şam’ı füzelerle vurdu. Deyim yerindeyse o da safını belli etti.
ABD ile İsrail’in tavrı, Türkiye’nin İdlip’te izlediği politikanın doğru olup olmadığını gösteren turnosol kâğıdıdır.
Öncelikle bunu belirlemek gerekiyor. Ve bu açıdan duruma baktığımızda ABD – İsrail (elbette PKK ve FETÖ) cephesinin, büyük bir memnuniyet içinde ellerini ovuşturduklarını görüyoruz.
ABD ve İsrail’i memnun eden hiçbir adım doğru değildir.
“Devlet aklı” nerede?
İdlip’teki son gelişmeler üzerine Ak Parti Hükümetinin izlediği politika üzerine şimdi bir kez daha yazmak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Askerlerimize saldırı Türkiye açısından Suriye’de yeni bir dönemin miladıdır” dedi. Takip eden günlerde İdlip’e yapılan askeri sevkiyat, “milat”tan kastedilenin ne olduğunu anlatıyor.
Türkiye, en yetkili ağızlardan Suriye devletine, Şubat ayı sonuna kadar mühlet verdiğini ve eğer bu tarihe kadar Suriye Ordusu, Soçi’de varılan mutabakat sırasında bulunduğu alana çekilmezse askeri güç kullanacağını açıklamış bulunuyor. Rusya ve İran’dan da Suriye’ye baskı yapmalarını istiyor.
Sayın Erdoğan’ın konuşmalarını dinleyince insan ister istemez kendi kendisine bu ülkenin Hükümeti, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmayı vb. diğer ilgili kurumları ne yapıyor diye kendi kendisine soruyor.
Suriye Suriyelilerindir
2015 yılı sonu ve 2016 yılı başlarında Türkiye; Sur, Nusaybin, Cizre ve diğer bazı yerlerde PKK’ya karşı “Hendek Operasyonları”nı yürüttü. O dönem CHP milletvekillerinin Bölgeye gidip hazırladıkları raporda “Operasyonlar dursun” demelerine haklı olarak tepki gösterdik.
Ak Parti’nin, Suriye’nin meşru Hükümetinden, terör örgütlerinden temizlediği alandan çıkmasını istemesi, 2016 baharında Türk ordusunun ve polisinin hendek operasyonları ile PKK’dan temizlediği ilçelerden çekilmesini istemekle aynı şeydir.
Tekrar ve altını çizerek belirtelim: Esad yönetimi Birleşmiş Milletlerin de tanıdığı Suriye’nin meşru yönetimidir. Tam dokuz yıldır ABD’nin örgütlediği tarihin en vahşi saldırısına karşı kahramanca ülkesini savunmaktadır.
Ve unutulmaması gereken büyük gerçek şudur: Eğer Suriye direnmeseydi Türkiye’de de şu anda Ak Parti iktidarı değil, kanlı bir iç savaşın ardından FETÖ veya benzeri bir başka iktidar olurdu.
Ama mezhepçi önyargılarla gözlerini kör edenler bu basit gerçeği bile görmekten aciz kalıyorlar.
ABD’ye direnmenin ve PKK’yı bitirmenin yolu
Yapılması gereken Şam’dan, terör örgütlerinden temizlediği alanın gerisine çekilmesini istemek değil, tam tersine Esat yönetimi ile derhal doğrudan ilişki kurmaktır. Ve ilk elde İdlip’in tamamının Suriye tarafından kontrol edilmesine yardımcı olmaktır.
Suriye, defalarca silahlarını bırakmaları koşuluyla oradaki muhalifleri affederek kabul edeceğini açıkladı. Şam ile yapılacak işbirliği bu sürecin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacak ve şimdi sınırımıza dayanmış göç dalgasının önlenmesi bir yana, Türkiye’de bulunan göçmenlerin de önemli bir kısmının ülkelerine dönmesini sağlayacaktır.
İdlip’te Suriye ile işbirliği Suriye Ordusunun bütün gücüyle Fırat’ın doğusuna yönelmesini mümkün kılacaktır. Ve böylece PKK’nın Suriye topraklarında nihai olarak bitirilmesi mümkün olacaktır.
PKK’nın bu ülkedeki varlığının sona erdirilmesi ise bu örgüte silahlarını temelli olarak bırakmak dışında bir seçenek bırakmayacaktır. Bu açıdan olaya baktığımızda Türkiye’nin şu anda İdlip’te izlemiş olduğu politika aslında PKK’ya nefes aldıran bir politika olmaktadır.
İdlip’te yanlış politikada ısrar aynı zamanda Türkiye – Rusya, Türkiye – İran ilişkilerini de zehirlemektedir.
Türkiye, ABD ve İsrail’in düşmanca politikalarına iki büyük komşusu ile geliştirdiği işbirliğinin sağladığı olanaklarla karşı koyabildi. Tersi durum ise Türkiye’nin ABD-İsrail saldırganlığı karşısında yalnız kalması anlamına gelecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Şubat sonu” kaydıyla ifade edilen politika uygulanabilir değildir. Tam tersine yanlışta ısrar Türkiye’nin önüne ödenmesi mümkün olmayan bir fatura çıkaracaktır.
Türkiye gibi bin yılların devlet geleneğinin mirasçısı, tarihin ilk milli kurtuluş savaşının sahibi ve Kemalist Devrimi yaşamış bir ülkede, bu akıl dışı politikanın uygulanabileceğini zannetmek ise bir başka yanılgıdır.