Siyasal İslam’ın dört dönemi (13): Ekonomi cephesi

(Dördüncü dönem devam)

Dünyamız artık yeni bir dönemin içindedir. Yeni Dönem elbette Siyasal İslam açısından da yeni bir dönem anlamına geliyor.

Bu dönemin en önemli özelliği Milli devletlerin emperyalist saldırıyı püskürtmeleri ve savaşı kazanmaya başlamalarıdır. Suriye Savaşı bu anlamda dönüm noktası oldu. Ama Suriye Savaşı’ndan daha önemli gelişme, Emperyalist-Kapitalist Dünya ekonomik kriz içinde debelenirken, gelişmekte olan dünyanın büyük bir ekonomik canlılık göstermesi ve Dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Batı Dünyasından Asya’ya kaymasıdır. Çin ekonomisinin Satın Alma Gücü Paritesi üzerinden yapılan hesaplamalara göre 2014 yılında ABD’yi geçtiği IMF tarafından açıklanmıştı.

Ekonomi, son tahlilde belirleyicidir. Arkamızda kalan dönemde bir “Amerikan Çağı”nın yaşanmasını mümkün kılan, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde bu ülkenin ekonomisinin Dünyanın toplam ekonomisinin yüzde 50’sinden fazla kadar bir büyüklüğe ulaşmasıydı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde İngiliz ekonomisi en büyük ekonomiydi ve “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” bu ekonomi sayesinde mümkün olabilmişti. 19. yüzyıl başına kadar aynı durum Çin için geçerliydi. Yabancı elçileri “Göğün Oğlu” önünde diz çöktüren, Çin’in o dönemki devasa ekonomisiydi.

Son yıllarda Dünya ekonomisindeki değişim daha da belirginleşerek devam etmiştir. Örneğin çeşitli ülkelerin 2016 yılında dünyadaki toplam üretim içindeki paylarına ilişkin rakamlar şöyle gerçekleşti: Çin ve Hindistan birlikte Dünyadaki üretimin yüzde 58’nin gerçekleştirirken ABD ancak yüzde 10’unu, AB ise yüzde 6.5’unu gerçekleştirebilmişti.

2019 yılı için yapılan tahminlere göre ise bu rakamlar Japonya dışındaki Asya için yüzde 63, ABD için yüzde 11, Avrupa Euro Bölgesi için yüzde 4’tür.

2030 yılı için yapılan yansıtmalar, yaşamakta olduğumuz büyük değişimi ve içine girdiğimiz çağı gözlerimizin önüne sermektedir. Yapılan hemen hemen bütün öngörülerde, 10 yıl sonra dünya dengelerinde, Asya’nın yükselişini vurgulayan köklü değişiklikler görülüyor. O zaman 10 büyük ekonominin gayri safi yurt içi hasılasına göre sıralaması şöyle tahmin ediliyor:

(2017 ile karşılaştırılarak, satın alma gücü paritesine göre, trilyon dolar)

                                               2017                2030                Artış %

            1. Çin                            23.2                 64,2                 + 177

            2. Hindistan                   9.5                  46.3                 + 387

            3. ABD                          19.4                31.0                 +  60

            4. Endonezya                  3.2                 10.1                 + 216

            5. Türkiye                       2.2                   9.1                 + 314

            6. Brezilya                      3.2                   8.6                 + 169

            7. Mısır                           1.2                   8.2                 + 583

            8. Rusya                          4.0                   7.9                 +   98

            9. Japonya                       5.4                   7.2                 +   33

            10. Almanya                    4.2                   6.9                 +   64

(Jeff Desjardins, Animation: The Biggest Economies in 2030, Visual Capitalist, 27 Mart 2019 – Doğu Perinçek, Üretimde Atılım İçin Türk-Çin İşbirliği toplantısındaki konuşma, 30 Mayıs 2019 )

2030’a şurada 11 yıl kaldı. Ama yukarıdaki öngörünün gerçekleştiği bir dünyada, Batı’nın askeri, siyasi ve kültürel egemenliğinden söz edilemez.

19. yüzyıldaki büyük değişim

Bütün bu rakamları, 18. yüzyıl ortası ile 19. yüzyıl ve  20 yüzyıl başının rakamları ile karşılaştırdığımız zaman ise, bugün dünyamızın yaşadığı muazzam değişimi ve bu değişimi, neden artık “Yeni Çağ” olarak adlandırırken ne kadar haklı olduğumuz görülecektir.

Elimizde Dünyanın belli başlı dört ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki paylarını gösteren, 1750’den, 1900’e kadar olan döneme ait rakamlar var. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi yüzyıllık bir süre içinde Asya’dan Atlantik’e kaymış ve bunun askeri-siyasi sonucu Batı’nın Dünya çapında hegemonyasını kurması, eskinin büyük zenginlik merkezlerinin deyim yerindeyse yağmalanması olmuştur. Avrupa ve Amerika dışında kalan Dünyanın geri kalanının sömürgeleştirilmesi veya yarı sömürge konumuna düşürülmesi, ekonomideki bu eksen kaymasının sonucu olmuştur. Elbette ekonomi tek başına belirleyen değildir ama tartıştığımız konunun esasıdır. Yani ekonomideki gelişme bir müddet sonra askeri, siyasi diğer araçları da devreye koyar ve bu araçların kullanılması ekonomik gelişmeyi daha da hızlandırır. Sonuç; yeni bir Çağ ile yeni bir Dünya’dır.

Yıllar ABD+İngiltere Çin+Hindistan
1750 2 57,1
1800 5,1 52
1830 11,9 47,4
1860 27,1 28,3
1880 37,1 15,3
1900 42,1 7,9

(Mehmet Bedri Gültekin, Asya’nın Yükselişi ve Bölgesel Birlikler Çağı, Kuzgun Kitap)

Elbette bugünün yükselen Asya’sı, 200 yıl öncesinin yükselen Batı’sı aynı şekilde değerlendirilemez. Her şeyden önce Asya’nın yükselen ekonomileri, sömürgeci ve emperyalist değildir. Asya’nın ve Asya ile birlikte eskinin bütün ezilen ülkelerinin ayağa kalkması, Dünyamızın yarım kalan Demokratik Devrimini tamamlaması; bir yandan emperyalist gericiliğin, diğer yandan onunla işbirliği halindeki Ortaçağ gericiliğinin kaçınılmaz tarihi yenilgilerini alacakları anlamına geliyor.

Bu tablolar, aynı zamanda elbette Amerikan çağının da artık geride kaldığını gösteriyor. Trump’ın efelenmelerinin, çeşitli ülkelere yönelttiği tehditlerin altı boştur. Son olarak Venezuela’daki darbe girişimi fos çıkmıştır. ABD, artık arka bahçesinde bile çaresizdir ve kaybetmektedir. Kısacası Ortaçağ gericiliği, hamisini kaybetmiştir ve yeni bir “hami” bulma olasılığı tarihsel olarak artık mümkün değildir.