(Üçüncü Dönem devam)
Sovyetler Birliği 1990 yılında resmen yıkıldı. Eski Doğu Avrupa ülkeleri hızla ABD’nin nüfuz alanı içine girdiler. Hatta bunların bazıları hızlarını alamayıp NATO üyesi (Bulgaristan, Romanya, Polonya) oldular. ABD, artık Dünyanın tek Süper gücüydü. Hegemonya yarışında rakibi kalmamıştı. Yeni dönemin teorisyenlerinin bu gelişmeler karşısında başları döndü. Francis Fukuyama “Tarihin Sonu” geldi diyerek kitap yazdı. “İnsanlık ulaşabileceği en mükemmel sonuca ulaşmıştı ve bundan sonra siyasal-toplumsal sistem anlamında gidilecek bir yer yoktu.”
Aynı şekilde ABD’yi yönetenler de, artık tek başına dünyaya hükmedecekleri bir çağa girdiklerini ve bunun en az 50 yıl süreceğini düşünüyorlardı. Böyle düşünmekte de kendilerince haklıydılar. Sovyetler Birliği artık yoktu. Rusya Federasyonu ekonomik çöküntü ve iç kargaşalıklar içindeydi. Federal Cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmişti. Kafkaslarda, Afganistan’dan gelen Cihatçı teröristlerin estirdiği terörle baş edilmeye çalışılıyordu. Bağlantısızlar hareketinin liderlerinden Yugoslavya parçalanıyordu. Nasır’ın Mısır’ı yoktu. Küba kendi derdine düşmüştü.
1990’lı yıllarda Çin, henüz ekonomik ve siyasi olarak ABD’yi yönetenlerin görebileceği bir “tehdit” boyutunda değildi. ÇHC yönetimi de Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde ABD’yi, gücünün doruğunda ve karşıya alınmaması gereken bir güç olarak görüyordu.
Nitekim işte böyle bir ortamda gerçekleşen Birinci Körfez Savaşı’nda ABD, bütün Batılı müttefiklerinin desteğini arkasına aldı. ABD’nin yanında olmayan ülkeler ise bu saldırı karşısında sesiz kaldılar. 10 yıl sonra gerçekleştirilen Afganistan işgalinde de aynı tablo yaşanacaktı.
“Yeni Düşman”
Bu koşullarda ABD’nin, yeni bir “düşman”a ihtiyacı vardı. Bütün dünyada hegemonya kurma peşinde olan bir emperyalistin egemen milli devletlere tahammül etmesi düşünülemezdi. Sovyetler Birliği engeli ortadan kalktıktan sonra ABD dikkatini, bir bütün olarak emperyalist sistemin, arkada kalan 70 yılda milli devletlere kaybettiği mevzileri yeniden “geri almaya” yöneltti. Ama “Milli devletler düşmandır” diyerek ne müttefiklerini ne de kendi halkını ikna edemezdi. Aslında “düşman” arkada kalan yıllar içinde özenle hazırlanmıştı: “Radikal İslam!”
Şiddeti esas mücadele yöntemi olarak benimseyen örgütlerin 1980’lerin sonlarında hemen hemen eş zamanlı olarak çeşitli ülkelerde kurulmaları anlamlıdır. El Kaide, Hamas, FIS, GIA, Türkiye Hizbullah’ı vd. Bütün bu örgütler 1980’lerin sonları (1988 yılı özellikle öne çıkmaktadır. Cezayir’den Filistin’e, Türkiye’den Afganistan’a kadar çok sayıda ülkede şiddeti temel mücadele yöntemi olarak benimseyen örgütlerin kuruluş yılı 1988’dir) ve 1990’ların başlarında kuruldular ve şiddet eylemlerine başladılar. Elbette sonraki yıllarda da kurulan terör örgütleri oldu ama bunların hepsinin kökü 1980’li yılların sonuna dayanır. O dönemde kurulan örgütlerin bölünmesiyle ortaya çıktılar.
El Kaide, Afganistan Savaşı içinde, CIA ve onunla işbirliği yapan Pakistan’ın ISI’si ve Suudi ortaklığının yarattığı ortamda kuruldu ve çok geçmeden Atlantik kıyılarından Orta Asya’ya kadar hemen hemen bütün Müslüman ülkelerde örgütlendi. Afganistan Savaşı’nda savaş pratiği içinde yetişen militanlar bu ülkelere gönderildi. Bosna Hersek ve Çeçenistan başta olmak üzere gittikleri ülkelerde, ABD’nin yeni dönem hedefleri doğrultusunda bütün dünyanın dikkatini çeken terör eylemlerine başvurdular.
Daha önemlisi, “yeni dönemin düşmanı”nı imal etmek amacıyla İslamcı militanların Batılı merkezlerde başvurdukları şiddet eylemleridir. Kör İmam olarak bilinen ve CIA’nın aracı olması ile ABD’de oturum izni alan Mısırlı Şeyh Ömer Abdurrahman’ın da dahil olduğu Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanması olayı, ele aldığımız konu açısından son derece aydınlatıcıdır. Amerika’nın kalbinde Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanması… Bütün dünyanın bir şekilde ilişkili olduğu bir kurum… Bütün dünyaya “yeni düşman”ın kim olduğunu bundan daha iyi anlatan bir olay olamazdı herhalde. Hatırlardadır, aynı dönemde başka birçok Batılı merkezde de benzer saldırı ve bombalamalar da yaşandı.
Son örnek, meşhur İkiz Kuleler saldırısıdır. El Kaide tarafından gerçekleştirilen saldırının bugün artık ABD yönetiminden en azından bir ekibin bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğini biliyoruz. Amaç, Orta Asya’nın kalbine yerleşmek için güçlü bir uluslararası destek sağlamak ve olası itirazları önlemekti. Bir başka amaç da Büyük Ortadoğu Projesi veya daha sonra güncellenen adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP) için harekete geçmenin zeminini yaratmaktı. Ve ilk elde başarılı olundu da.
Ortak Düşman: Milli devletler
20. yüzyılla birlikte dünya gericiliğinin merkezi haline gelen hegemonyacı emperyalist güçler ile artık ömrünü tamamlamış olan Ortaçağ güçleri arasında stratejik işbirliği zeminin doğduğunu ve yüzyıl boyunca bu işbirliğinin çeşitli biçimlerde gerçekleştiğini gördük.
Ama 20. yüzyılın son çeyreğinde iki güç arasında işbirliği özel bir hedefe kitlendi. Milli devletler hem emperyalizmin hem Siyasal İslamcıların ortak düşmanıydı. Emperyalizm dünyayı yeniden bir avuç efendi emperyalist ülke ile küçük küçük vilayet devletlere bölünmüş gerçekte sömürge konumuna düşürülmüş yüzlerce ülke haline dönüştürmek istiyordu.
Milli devlet emperyalist sömürünün sınırlanması ve hatta kaldırılması anlamına geldiği için doğal olarak emperyalizme karşı mücadele içinde kuruldu ve bundan dolayı da her zaman emperyalist saldırıların hedefi oldu. Milli devlet aynı zamanda milli burjuvazinin ve bazı yerlerde de emekçi sınıfların iktidarı demekti. Ve ülke içindeki sınıf mücadelesi açısından ele alındığında bu Ortaçağ güçlerinin tasfiye edilmesi anlamına geliyordu.
Onun için milli devletlerin varlığı hem emperyalizm açısından hem siyasal İslamcılar açısından kabul edilemezdi. Öte yandan, 20. yüzyılın son çeyreği milli devletler açısından bir kriz, bunalım ve gerileme dönemi oldu. İki gerici güç bu durumu deyim yerindeyse ele geçirilemez tarihi fırsat olarak gördü ve harekete geçti.
ABD 1980’lerin sonlarında ilk elde Kuzey Kore, Vietnam, Küba, Arnavutluk, Libya, Irak, Sudan, İran vb. 10 kadar devleti “haydut devlet” olarak ilan etti. Gerçekte hedef milli devletlerin tümüydü. Kendilerince “zayıf halka” olarak gördükleri ülkelerden başladılar. 30 yıl süren saldırının sonunda eski milli devletlerin bir kısmı parçalandı. Birleşmiş Miletlere üye devlet sayısı 160’dan 194’e çıktı. Yeni devletlerin bir kısmı, tam da emperyalizmin dünyanın her tarafına yaymak istediği “vilayet devlet” boyutundaydı. Kosova, Doğu Timor, Güney Sudan vb. Yani kendi başına ayakta kalma şansı olmayan devletçikler.
Dönem ile ilgili olarak altı çizilmesi gereken gerçek şudur: Özellikle İslam dünyasında Siyasal İslamcı örgütler ve emperyalizm, milli devletlere karşı stratejik işbirliği içinde harekete geçtiler. Dolaysıyla Müslüman halkların, milli devlet mevzisinde emperyalist saldırganlığa karşı gösterdikleri direniş, aynı zamanda Siyasal İslamcı örgütlere karşı verilen mücadele oldu. (Devam edecek)