İslam Dünyası, 19. yüzyıl ile birlikte bir bütün olarak Batı kapitalizminin sömürgeleştirme tehdidi ile yüzyüze geldi. Gerçi öncesinde Avrupalı sömürgeci devletler, Afrika boynuzunda, Kızıldeniz kıyılarında ve Arabistan yarımadasının güney kıyılarında bazı koloniler kurmuşlar, sonraki sömürgeleştirme hamleleri için deyim yerindeyse bazı köprübaşları oluşturmuşlardı. Ve Endenozya gibi Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bazı ülkeler daha önce sömürgeleştirilmişti ama bir Müslüman hanedan tarafından yönetilen Hindistan ile İslamiyet’in ana yurdu diyebileceğimiz Batı Asya ve Kuzey Afrika’nın bütünüyle sömürgeleştirilmeye başlanması 19. yüzyılda gerçekleşti.
Napolyon’un 1798 yılında gerçekleştirdiği Mısır seferini de bu sömürgeci saldırının bir parçası, hatta ön girişimi olarak ele alabiliriz. 1830’larda Cezayir, ardından Tunus Fransızlar tarafından, Mısır ve Sudan 1870’lerle birlikte İngiltere tarafından sömürgeleştirildi. Libya 1911 yılında İtalyanlar, Osmanlı imparatorluğu’nun geri kalan Arap coğrafyası ise Sykes-Picot anlaşması ile Birinci Dünya Savaşında sömürgeciler arasında paylaşıldı.
Bu gelişmelerin karşı tepkiyi doğurması eşyanın tabiatı gereğidir. İslam Dünyası sömürgeleştirme saldırısını elbette kuzu kuzu kabul etmeyecekti.
Batı emperyalizminin İslam Dünyasına yönelik sömürgeleştirme saldırısı tam 200 yıldır sürüyor. Bu saldırıya İslam Dünyası dört ayrı dönemde, dört farklı direnişle karşılık verdi ve vermeye devam ediyor.
Dört dönem
Birinci Dönem: 1800’lerin başlarından başlayarak 1900’lere kadar – yani Emperyalizm Çağı’na kadar – süren ilk sömürgeleştirme saldırısı dönemi.
İkinci Dönem:1900’lerle birlikte başlayan ve 1978 İran İslam Devrimine kadar süren ve sömürgeci saldırıya Müslüman halkların esas olarak Sosyalistlerle ittifak halindeki Milli Demokratik Devrimci önderliklerle mücadele ettiği ve milli devletlerin kurulduğu dönem.
Üçüncü Dönem:Milli Devletlerin varlığını sürdürdüğü ama güçlenen Siyasal İslamcı hareketlerin toplumsal muhalefete damgasını vurduğu, İran başta olmak üzere bir çok yerde iktidar olduğu 1978’den, “Arap Baharı”nın gerçekleştiği 2011-2014 yılına kadar olan dönem.
Dördüncü Dönem:Suriye savaşında sürecin tersine döndüğü, Beşar Esad önderliğinde Milli Devletin sömürgeci saldırıyı püskürtmeye başladığı 2014 yılından bu yana dalga dalga bütün Müslüman ülkeleri sarmaya başlayan bağımsızlıkçı, laik, demokratik önderliklerin inisiyatifi yeniden ele geçirmeye başladıkları dönem.
Birinci Dönem
İslam Dünyası, Sömürgeci Batı’nın saldırısına elinde hazır bulunan kurum, toplumsal ilişkiler ve ideolojiyle karşı koymaya çalıştı. Napolyon’un Mısır seferi feodal Osmanlı İmparatorluğu tarafından durduruldu. Cezayir’de Şeyh Abdülkadir, Fransızlara karşı uzun yıllar süren bir mücadeleye önderlik etti.
Sömürgeleştirme saldırısına uğrayan bütün İslam ülkeleri ilk elde benzer tepkiler verdiler. Sudan’da Mehdi ayaklanması (1880’ler), Somali’de Dervişler isyanı (1890’lar), Çad’da Ömer Muhtar’ın da katıldığı kabilelerin sömürgecilere karşı olan direnişi (1800’lerin sonları), Fas’da Abdülkerim El Hitabi liderliğinde Fransızlara ve İspanyollara karşı gerçekleştirilen ayaklanma (1900’ler), Hindistan’da Sipahi İsyanı (1850’ler), Afganistan’ın Molla-i Lang ve Emanullah Han önderliğinde İngilizlere direnmesi (19. Yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı), Libya’da Ömer Muhtar önderliğindeki direniş (1911 – 1931) vb…
Söz konusu direniş ve ayaklanmalar -Afganistan hariç – başarısızlıkla sonuçlandı. Afganistan’daki başarıyı mümkün kılan ise Ekim Devrimi ile birlikte Bölgede değişen durumdu.
İslamcı aydınların arayışı
Bu dönem aynı zamanda İslamcı aydınların, sadece askeri alanda değil, ekonomik, kültürel, siyasal vb. hemen hemen akla gelebilecek her alanda üstün ve etkin hale gelen Batı’nın, bu duruma nasıl geldiği ve bütün bu alanlarda İslam Dünyasının neden geri kaldığı ve Batı karşısında neden yenilgi üzerine yenilgi aldığı konusu üzerinde kafa yormaya başladığı dönemdir. Çünkü İslam Dünyası geçmişte bu durumda değildi. Askeri, ekonomik, siyaset, bilim ve kültür vb bütün alanlarda üstün olduğu dönem hafızlarda hala canlılığını koruyordu. İslam Ordularının, en batıda İspanya üzerinden Fransa içlerine; doğudan ise Viyana kapılarına dayandığı günler çok da geçmişte değildi.
Ne oldu da her bakımdan üstün olan İslam Dünyası şimdi Batı’nın gerisine düştü?
Cemalettin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza gibi İslamcı aydınlar, bu dönemde işte bu soruyu önlerine koydular. Buldukları cevap, ‘İslam Dünyasının Hz. Muhammed zamanındaki İslam anlayışından saptığı için bu duruma düştü’ şeklinde oldu. Onlara göre, mezhepler, tarikatlar, cemaatlar vasıtasıyla daha sonra farklı yorumları geliştirilen İslam, gerçek İslam’dan sapmaktan başka anlama gelmiyordu. Yapılması gereken Hz. Muhammed zamanındaki gerçek İslam’a dönmekti. Ancak o zaman, Müslüman Dünyası Batı Kapitalizminin saldırısına direnebilirdi.
“Selefilik” olarak adlandırılan İslamcı aydınların bu düşüncesi, o dönem hiçbir zaman bir siyasal hareket halini almadı. Daha çok bir düşünce akımı olarak kaldı. Efgani ve diğer Selefi aydınlar, kendi dönemlerinde yeni yeni ortaya çıkan milli aydınlarla da temas halindeydiler. Çünkü aynı arayış, çok daha güçlü bir şekilde Avrupa’da gerçekleşen Demokratik Devrimlerden etkilenen bu aydınlarda da vardı. Ama Müslüman toplumların geri kalması ve sömürgeci saldırıyı nasıl alt edebilecekleri yönündeki arayış bu iki aydın kesimini çok farklı çözümlere götürdü. Aralarındaki farklılıklar 20. yüzyıl boyunca iyice derinleşti.
Selefi aydınların geliştirdiği fikirler, İslamcı hareketin ikinci döneminde ortaya çıkan Siyasal İslamcı hareketlerin kendilerine yeni bir ideolojik ve siyasal program inşa etmelerinde hatırı sayılır bir rol oynadı.
Yeni dönem, yeni çözümler
Birinci Dönemde geleneksel kurum, ideoloji ve toplumsal örgütlenmelerle sömürgecilere karşı yapılan direniş, başarılı olmadı. Olması mümkün değildi. Dünya değişmişti. Batı Dünyası feodalizmi geride bırakmış, kapitalizm emperyalizm aşamasına ulaşıyordu. Demokratik Devrimlerin özgürleştirdiği üretici güçler Batı’da büyük gelişme içindeydi. Sanayi Devrimi ile Batılı kapitalist sömürgeci devletler, Doğunun geleneksel feodal toplumlarının hiçbir şekilde baş edemeyeceği ekonomik – askeri ve teknolojik bir güç haline gelmişlerdi.
Öte yandan bir tek dünya pazarının tek bir dünya ekonomisine evrildiği koşullarda, Doğu’nun geleneksel toplumsal ilişkileri de çözülüyordu. Yeni toplumsal sınıflar ve buna bağlı olarak da yeni çözümler tarih sahnesine çıkmaya başlıyordu. Geleneksel önderliklerle sömürgeci saldırıya karşı gerçekleştirilen direnişin her yerde yenilmesi, Doğu aydınlarını ve toplumlarını yeni örgütlenmelere ve çözümlere yöneltti. Esasen bu yönelişi mümkün kılan, sömürgeler ve yarı sömürgeler dünyasında, toplumsal ilişkilerde yaşanan değişimler ve bunun sonucunda yeni toplumsal sınıfların tarih sahnesine çıkmasıydı. (Devam edecek)