“Üçüncü İttifak” sorunu üzerine (1)

18 Ocak günü HDP’nin çağrısı ile kendisini, “sol-sosyalist” olarak tanımlayan sekiz parti ve hareket, Cumhur ve Millet ittifakları dışında bir üçüncü ittifakı oluşturmak amacıyla toplandı.

HDP’nin öteden beri bu yönde çağrısı olduğu biliniyor. Son seçimde HDP listelerinde yer alarak Meclise girmiş olan TİP de, seçimde HDP ile birlikte hareket edilerek üçüncü seçeneğin oluşturulması çağrısı yapmıştı.

Türkiye sosyalistlerinin, HDP ile birlikte bir seçenek oluşturmaları mümkün müdür?

Günümüzde ilericiliğin ölçütü

HDP ile birlikte bir üçüncü seçenek oluşturmak üzere yola çıkan partiler kendilerini, “sol”, “sosyalist”, ya da “devrimci” olarak niteliyorlar.

Çağımızda bırakalım “Sosyalist” olmayı, genel olarak “devrimci” ya da “ilerici” olmanın başta gelen ölçütü emperyalizme karşı olmaktır.

PKK, Obama’nın bizzat söylediği üzere ABD emperyalizminin, “sahadaki kara gücü”dür. Bugün Kuzey Suriye’de savaşan militanlarının maaşı ve kullandıkları silahlar, herkesin bildiği gibi aleni olarak ABD tarafından temin edilmektedir.

HDP ise kendilerinin de kabul ettikleri üzere PKK’nın yasal partisidir. Bu durumda söz konusu Parti ile birlikte oluşturulan bir “ittifak”, Türkiye’nin ihtiyacı olan bir ittifak olarak nasıl kabul edilebilir?

İkinci olarak görülmesi gereken büyük gerçek ise şudur: PKK, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı elinde ABD’nin silahı ile savaşan bir örgüttür.

Kendi ülkesine karşı, emperyalizmin aleti olarak savaşan bir örgütün yanında durarak siyaset sahnesinde kendilerine alan açmaya çalışan siyasi partilerin, milletin ezici çoğunluğu tarafından kabul edilemeyecekleri bir başka gerçektir.

HDP ile yanyana olmanın meşruiyeti

Kanatları altına girdikleri siyasi oluşumun emperyalizmle açık işbirliği yapmasının ve bu oluşumun Türkiye’ye karşı bir silahlı mücadele veriyor olmasının verileri orta yerde duruyorken HDP ile bir “Üçüncü İttifak” içine girme çabalarının sadece tek bir açıklaması bulunuyor: O da HDP’nin şu anda yüzde 10’lar civarında görünen oy oranından yararlanarak Meclise girebilmektir.

TİP’in aynı yolu değerlendirerek Meclis’te yer almış olması ve halihazırda yararlandığı olanaklar, bazı kesimlere ve kişilere “başarıya” giden yolda ne yapılması gerektiğine dair bir örnek olabilir. Ama böyle bir ölçü, ülkenin ihtiyacı olan doğru ve devrimci bir politikanın ölçüsü olamaz.

HDP; ancak PKK ile arasına kararlı ve net bir sınır çektiği zaman Türkiye’nin ihtiyacı olan bir ittifakın unsuru olabilir.

Çünkü bugünkü koşullarda, bir siyasi Parti’nin meşruiyeti açısından asgari duruş ve ülkenin temel ihtiyacı olan anti emperyalist konumlanış, ancak bu şekilde mümkündür.

“Ne olursa olsun yeter ki Türkiye AKP’den kurtulsun!” şeklinde özetleyebileceğimiz bir siyaset, doğru olarak kabul edilebilir mi? Veya böyle bir anlayışla Türkiye AKP’den kurtulabilir mi?

Toplumumuzun ezici çoğunluğu nezdinde; emperyalizme karşı olmayan ve terörle arasına net çizgi çekmeyen duruşların, AKP’yi iktidardan götürmek bir yana tam tersine AKP’yi iktidarda tutmaya hizmet ettiği de bir başka gerçektir.

AKP’den nasıl kurtulunur?

Evet, Türkiye’nin AKP iktidarından kurtulması gerekiyor. Ekonomik bakımdan Cumhuriyet tarihinin en ağır krizini yaşayan, içerden ve dışardan çok ciddi tehditler altında olan Türkiye, bütün bu sorunların altından, bir “Tarikatlar Koalisyonu” yönetimiyle kalkamaz’!

Türkiye ekonomisi “nas”larla yönetilemez!

Kamu ekonomisinin yok edildiği bir ülkede ekonomik krizle mücadele edilemez!

Eğitim birliğinin yok edildiği, eğitim, sağlık gibi en temel hizmetlerin paralı hale getirildiği ülkede emekçiler başta, herkesin yaşam hakkı tehlikededir.

Türkiye; İhvancı dış politikanın ve 2023 yılında yapılacak seçimlere ilişkin hesapların sonucu olan 8 milyon mülteci yükünün yol açtığı ekonomik, siyasal, toplumsal ve güvenlik sorunlarının altından AKP yönetimiyle kalkamaz.

Büyük güçleri birbirlerine karşı kullanabileceğini zanneden bir dış politika anlayışı, her geçen gün ülkenin önüne daha büyük faturalar çıkarmaktan başka sonuca varamaz!

Listeyi uzatabiliriz. Ama bütün bunlar bile “Ne olursa olsun ama yeter ki AKP gitsin” şeklinde özetleyebileceğimiz politikayı haklı göstermez.

Net bir anti emperyalist politikayı hareket noktası olarak almaz isek, hemen çevremizde, Suriye, Irak, Afganistan, Yugoslavya, Gürcistan ve Ukrayna’da yaşanan gelişmeleri daha ağır bir şekilde biz de yaşayabiliriz.

Hiç kimse, bölgemizde emperyalist müdahaleler sonucu hayatını kaybetmiş olan yaklaşık 4 milyon insanın varlığına, etnik ve dinsel çatışmalarla bölünmüş ülkelere, ekonomik bakımdan tarumar edilmiş devletler gerçeğine gözlerine kapayarak, Türkiye’yi benzer akıbetlere sürükleyecek politikaları savunamaz.

Onun için, evet AKP gitmelidir ama “tam bağımsız ve demokratik Türkiye” programını esas alan bir mücadele temelinde oluşacak bir “İttifak”ın, iktidar olması amacıyla verilecek mücadeleyle gitmelidir.

Kendilerini “sosyalist” olarak niteleyen her Parti’nin hareket noktası böyle bir program olmalıdır.