31 Mart’ın sonrası…

Hemen herkesin sonucun ne olacağından çok, sonrasında neler yaşanacağı üzerinde daha fazla düşünmeye başladığı bir seçimin arifesindeyiz.

Bir yanda borçlanma ekonomisinin sonuna gelmiş, emperyalist merkezlerin döviz kuru ile istedikleri gibi oynamalarına zemin hazırlamış çaresiz iktidar,

Dış politikada, Türkiye’ye yönelen tehdidin hedef aldığı ülkelerin Genelkurmay Başkanları Şam’da toplanıp beraberce ne yapacaklarını konuşuyorlarken, bu toplantının dışında kalan ve yanlış Suriye politikasının hala rehini durumundaki iktidar,

Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye yönelik tehdit her geçen gün büyüyorken, ideolojik akrabası Müslüman Kardeşler uğruna Koca Mısır’ın, İsrail ve Yunanistan’ın yanına gitmesine yol açan iktidar,

Ancak milletçe birleştiğimiz zaman altından kalkabileceğimiz sorunlarla yüzyüze iken, iktidarını sürdürebilmeyi, milletin yarısını diğer yarının karşısına koymada gören iktidar (Cumhur İttifakı) var;

Karşısında ise iktidar olmayı ABD ve AB’ye dayanmada gören ve böyle olduğu için PKK (HDP) ve FETÖ ile işbirliğine gitmede bir sakınca görmeyen “Millet İttifakı” muhalefeti var…

Yani gerçekte “Millete” karşı emperyalizmin yanınında saf tutmuş olan bir “Sistem içi muhalefet”…

İşte bu tablo mevcut sistemin çıkmazıdır.

12 Eylül Amerikancı darbesi ile yürürlüğe konulan Serbest Piyasa Sistemi’nin, başka deyişle emperyalizm işbirlikçisi neo liberal sistemin çıkmazıdır söz konusu olan.

Ve 31 Mart’ta şu veya bu şehirde alınan sonuç ne olursa olsun, belediyeler kimde kalırsa kalsın, Sistemin çıkmazı dediğimiz bu tablo değişmeyecek, hatta tam tersine krizin daha da derinleştiğini göreceğiz.

Sistemin krizi

Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Seçimden sonra, krizin daha da ağırlaşacağı konusunda hemen herkes hemfikir…

2018 Temmuz’unda birkaç hafta içinde döviz kurunu neredeyse yüzde yüze yakın zıplatanlar son günlerde yeniden devrede… Bu operasyonun arkasında 31 Mart seçim sonuçlarını belirleme niyeti var mı? Olabilir…

Sonuç olarak döviz kurundaki yükselmelerin, işyerlerinin kapanması, dış borç ana para taksitlerinin ve faizlerinin ödenmesinde karşılaşılan sıkıntıların büyümesi anlamına geldiği bir ülkede, doğal olarak herkes bu konudaki gelişmelere son derece duyarlıdır.

2018’in son çeyreğinde ekonominin yüzde 3 küçülmesi, 2019’un ilk çeyreğinde küçülmenin devam ettiğinin anlaşılması ve sonrasına ilişkin umut verici bir durumun olmaması da hiç şüphesiz seçim sonuçlarını etkileyecektir.

Normalde ekonomide böylesi bir gelişmenin sorumlusu olan iktidar sandıkta bunun bedelini öder. Ama, 31 Mart’ta da rahatlıkla böyle olacak diyemiyoruz. Neden?

Muhalefetin krizi

AKP’nin karşısındaki muhalefetin duvara dayanmış ekonomiyi nasıl düze çıkaracaklarına dair akılda kalan tek bir cümleleri bulunmuyor.

Ama ekonomik kriz konusunda, akıldan çıkarılmaması gereken asıl nokta, iflas edenin 40 yıldır dolu dizgin uygulanmakta olan Serbest Piyasa Sistemi olduğudur. Yani özelleştirme politikalarıdır ve ekonomi çarkını borçla çevirme anlayışlarıdır.

İktidarı ve muhalefetiyle sistemin bütün partileri bugüne kadar bu politikaları savundular ve hala da savunmaya devam ediyorlar.

AKP, 2002 yılında iktidara geldi ama bir önceki Hükümet (DSP-MHP-ANAP Hükümeti) zamanında benimsenen Kemal Derviş programını uyguladı.

Yani bugün Türkiye’yi çıkmaza götüren program, İktidarı ve Muhalefetiyle bütün sistem partilerinin ortak programıdır.

Bu durumda, ekonomik kriz açısından bakarsak iktidara tepki duyan kitlelerin, sistem içi muhalefete yönelmesini mümkün kılacak bir açıklama bulunmuyor.

Düşman değil rakip

Daha önemlisi “Millet İttifakı” partilerinin AKP’ye muhalefeti, “düşmana karşı mücadele” anlayışıyla ele almalarıdır.

Bu anlayış, milletin en az yarısını kazanmayı değil, sürekli olarak karşıya almak anlamına geliyor.

Böyle olunca AKP iktidarını yıkma uğruna PKK ve FETÖ ile aynı cephede buluşabilmektedirler.

Suriye’de ABD’nin PKK’ya 25 bin tır silah verdiği, har ay 30 bin kişiye maaş dağıttığı, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi açıkça hedef alan ABD – İsrail – Yunanistan – GKRY ve Mısır cephesinin oluştuğu koşullarda, “AKP’ye muhalefet edeyim” derken, ABD’nin beşinci kolu durumundaki terör örgütleriyle aynı safta buluşmak; hiç kimsenin şüphesi olmasın AKP’nin bu seçimdeki en büyük şansıdır.

Hiçbir toplum yerine koyacağı yeni iktidarı görmeden mevcut yönetimden esas olarak vazgeçmez. Çünkü bütün toplumlar tarihi tecrübeleriyle bilirler ki en kötü yönetim bile yönetimsizlikten daha iyidir. Kaos ve iç çatışma ortamı en kötü durumdur.

Çıkış yolu

Peki bu durumda Türkiye’nin önünde bir çıkış yolu yok mudur?

Ekonomide çözüm üretim ekonomisine geçmektir. Başka bir deyişle 1930’ların Halkçı Devletçi Ekonomi Modelini 2000’lerin koşullarına uyarlayarak hayata geçirmektir.

Aslında dünya ve bölge koşulları bu programı uygulamak açısından son derece elverişlidir.

Milli Güvenlik ve dış politika konularında ise çözüm, Şam ile el sıkışmaktan başlayarak kararlı bir şekilde bütün komşularımızla ortak tehdide karşı kararlı olarak işbirliği yapmaktır.

Hem ekonomide, hem de güvenlik ve dış politika konularında bu programı net bir şekilde savunan Vatan Partisi var bu seçimlerde.

Dolaysıyla Vatan Partisi’nin bu seçimlerde alacağı sonuç, önümüzdeki dönemde ülke ve millet olarak karşılaşacağımız zorluklarla mücadelede çıkış yoluna ne ölçüde yöneldiğimizi gösterecektir.